Bir insan neden kendi özgür iradesi ile keçi sakalı veya top sakal bırakır ki? Bunu ta henüz sakallarımın çıkmadığı zamanlar da düşünmüşümdür. Yani neden?
Bu mesele aşırı yakışıklı olan insanların "ne giysem yakışır" motivasyonuyla yapılan aktivitelere dayalı da değil. Gerçekten çirkin gözüken insanlar da "hmm bu çirkinlik bana yetmiyor hadi biraz daha kötü gözükeyim" dermişçesine bu ucube sakalı bırakıyor. Hayır aslında bu çirkinlik meselesi de değil. Yani kainatta en kötü gözüken şey top sakal değil elbette. Ama bir yerde gariplik var. Uyanıyorsun ve banyoya gidiyorsun. Tuvaletin veya duşun artık başka ne varsa ihtiyaçlarını gideriyorsun ve aynanın karşısına dikiliyorsun. Eline makine veya jilet alıp yüzündeki kılları kesmeye başlıyorsun. Tam tıraş devam ederken bir anda duruyor ve "hmm on numorenzo gözüküyorum" diye karar verip top sakal bırakıyorsun. Yani bunu daha önce kim düşünmüş ki?
Aslında bu meselenin bana neden garip geldiğini biliyorum. Mesele top sakal meselesi de değil.
"Bir insan neden sivri burunlu ayakkabı giyer?"
"Bir insan neden drill müzik sever?"
"Bir insan neden kahve sever?"
Tüm bu sorular sadece benim zihnimde yankılandığının farkındayım. Çünkü ben bir insanın bir şeyleri güzel bulmasına mantık veremeyen ve genel olarak insanların sevdiği şeyleri içselleştiremeyen bir ucubeyim. Belki de benim şans versem hoşlanacağım şeyleri "bu ne lan" diyerek iteliyorum. Hayır bu örneklerde verdiğim şeyleri denememe rağmen hiç sevmedim ama belki de seveceğim şeyler de vardır?
Bir iki dakika bu konuya ara verelim. Cidden bayılmak üzereyim. Başka bir konu açacağım ve dürüst olmak gerekirse açacağım konu hakkında bi sikim bilmediğinden 2 dakika webde gezinmem gerekiyor.
Beynimiz bir şeyler düşünürken bazı kaynaklar harcar. Tıpkı araba gibi. Arabalar da çalışabilmek için benzin veya mazot veya elektrik gibi dışarıdan kaynaklara ihtiyaç duyar. İnsanlar bu kaynaklara para vererek arabalarının çalışmasını devam ettirir. Tabii bu kaynaklar bazen yeterli olmaz. Çünkü arabalar kısa vadede kaynakları devamlı sağlansa da uzun vadede kalıcı olarak kayıplar yaşar. İskelet, motor ve devrelerini oluşturan maddeler zamanla işlevini yitirir ve özelliklerini kaybetmeye başlar. Ki biz buna eskime diyoruz. Beynimiz de tıpkı arabalar gibi kısa vadede ve uzun vadede kaynaklara ihtiyaç duyar. Kısa vadede oksijen ve glikoza ihtiyaç duyarken uzun vadede sinir hücrelerine ihtiyaç duyar. Sinir hücreleri de zamanla ölür. Şaşırmamak gerek sadece beynimiz değil genel olarak uzuvlarımız yaşlandıkça gerektiği gibi çalışamazlar. Beynimizin arabalardan farkı onu yenileyemiyoruz. Bir adet beyine mecburuz ve onu iyi değerlendirmemiz gerek.
Fakat ben bu mucizevi organ ile ne yapıyorum dersiniz? İnsanların neden top sakal bıraktıklarını sorguluyorum. Bir insan neden kıymetli kaynaklarını böyle değersiz bir düşünceye harcar?
Çünkü düşünecek başka bir şeyi olmadığı içindir.
"Nası yani? Koskoca dünyada düşünecek başka bir şeyin yok mu?" diye çığırdığınızı duyar gibiyim. Buna iki cevabım var.
1. Baba siz kimsiniz amına koyim?
2. Hayır elbette düşünecek şeyler var. Hem de tonlarca. Ama onları düşünecek bir motivasyonum veya enerjim yok.
Bu her zaman yaşanan bir şey değil. Aptal da değilim dahi de. Dolayısıyla ben de herkes gibi beynimi günlük işlerimde, para kazanırken, para harcarken sık sık kullanıyorum. Ancak diğer insanlardan farklı olarak benim beynim dünya üzerinde düşünülmeye hiç değmeyecek şeyleri düşünmeye vakit harcıyor.
Peki bundan şikayetçi miyim?
Aslında çoğu zaman hayır.
Çünkü beni ben yapan şey bu. Ben hiçliğin derinlerinde kalan önemsiz şeylere diğer insanların vermediği değeri veriyorum. Tıpkı TLC'de çıkan "Ucube İnsanlar" programındaki insanlar gibi. Garip garip hobilerim var.
(Dürüst olmak gerekirse böyle bir program yok. Ama hey. Hayır tamam cidden yok)
Şimdi konuyu biraz daha ciddi bir şeylere getireceğim. Beynimin genel olarak böyle boş işlere harcadığı enerjinin bana hiçbir getirisi olmaması ile beraber oldukça fazla da götürüsü oluyor. Birincisi bundan para kazanmıyorum. Gerçi kim boş bir işten para kazanır ki? Aslında hemen hemen herkes ama bu da düşük bir şanstır.
Bundan yaklaşık 12 yıl önce teamspeak üzerinden ilkokul arkadaşımla sohbet eylerken bir yandan da minecraft oynuyorduk. Bilgisayarı sadece cuma ve hafta sonu kullanma iznim vardı. Ben de bunun keyfini çıkarırdım. Arkadaşımla minecraft oynarken açık sunuculara girer ve orada eğlenirdik. Bu eğlencenin yanında işimi çok iyi yaptığımı düşünürdüm. Ben harika bir minecraft oyuncusuydum. Neden bundan para kazanamıyorum diye hep sorardım kendime. Bu soruyu sonraları daha çok sormaya başladım. Genel olarak yaptığım aktivite Google'a "İnternetten nasıl kolay para kazanılır" sorularını sormaktı. Aslında bu hevesim beni şu anki mesleğime de itmiş olabilir. Hayır yazılımcı olmaya o zaman karar vermedim çocukluğumdan beri hayalimdi ama nedense o zamanlar bana yazılımcılık minecraft gibi eğlenceli, vaktin nasıl geçtiğini anlamadığın ve en önemlisi çok basit bir para kazanma metodu gibi geliyordu.
Fakat işlerin öyle olmadığının farkına varmam uzun sürmedi. Bir yerlerden talihli ya da genel olarak hayatın size sunduğu seçeneklerden bir kaçını seçmediğiniz sürece ne iş yaparsanız yapın eşşek gibi çalışmanız gerekiyor ve karşılığında da sizi çok da tatmin etmeyen bir para alıyordunuz.
Bu da eğer çocukken hayalleriniz çok çok zengin biri olmak ise gelecekteki durumunuz sizi hayal kırıklığına uğratıyor ve başarısız olma duygusuyla günlerinizi geçiriyorsunuz. Bu durumda da başarısızlığınızı örtbas edebilmek adına kaçabileceğiniz her türlü şey size eğlenceli geliyor. Yani bu bir savunma mekanizması. Tıpkı 7 yaşında bir çocuğun mahallede mile oynarken klas bir bilek hareketini biraz fazla eforla gerçekleştirdiği için altına sıçması ve sonucunda evinin kapısına vardığında annesinin ona daha az kızması için konuyu değiştirip
"Hey anne halıları mı değiştirdin? Biliyor musun halı döşeme sanatı MÖ 4. binyılda Orta Asya'da başlamış olabilir. En eski bilinen halı, 1949 yılında Rusya'nın Pazyryk Vadisi'nde bulunan Pazyryk Halısı'dır. Hayat ne kadar garip değil mi?" şeklinde akıl oyunlarıyla annesinin dikkatini dağıtmak gibidir.
Bu her zaman acıklı bir senaryo değildir. Hepimiz bir şekilde yaşıyoruz bazılarımız sefil bir halde bazılarımız da güzel bir halde. En nihayetinde herkes durumu ne olursa olsun yaşantısındaki pürüzleri ya siler ya da onları görmezden gelir. Dünyanın en kötü hayatı bile ufak tefek şeylerle bir şekilde güzelleşmek zorundadır. Siz hiç 7/24 müzeyyen senar dinleyip her gün ağlayan ve her gün alkol alan birini gördünüz mü?
Tamam bu örnek çok da uç olmayabilir. Dünyada bu tarz insanlar var elbette. Ama değinmeye çalıştığım şey de bu neden devamlı ağlıyorsunuz? Hayatta bir çok şey o kadar da ciddi değil. Hatta biraz ileri gitmek gerekirse hayattaki hiçbir şey -eğer ölümden sonrasını ilgilendirmiyorsa- ciddi değil.
İnsanlar genel olarak hayatın sırrını götündeki kıllar kadayıfa dönmüş bir shaolin keşişinin himalaya dağında hazırladığı büyülü bir çorbada zannediyor. Hayır hayatın sırrı için ta oralar gitmenize gerek yok. Ayrıca yaygın bilinen bir şeydir ki shaolin keşişleri daha kendi sırtlarını bile kaşıyamaz. Çünkü budizmde sırt kaşıma aleti şeytanın sikinin bir temsilidir.
Hayatın sırrı, ya da bu kelimeyi beğenmedim. Hayattaki ufak tefek ipucular bazen çok sıradan olaylarda bile cereyan edebilir. Örneğin;
Evrensel niceleyici günlükleri:
Bir lokantada denk geldiğim ilginç bir olay:
Genç adamın biri bir lokantada sigarasını tüttürüyor bir yandan da menüyü ya da mönüyü ya da artık o karekod sikimlerinden birini inceliyordu. Bu detayın ne önemi var şimdi. Neyse. Tam karışık mı yoksa adana kebap mı yemeliydi bilemiyordu. İkisi de çok lezzetli geliyor ama midesi sadece birini kaldırabilirdi. Ya da kendine itiraf edemediği bir gerçek olan patronundan yediği azar onun iştahını kaçırmıştı. Ah patronu yok muydu. O dalyarak keltoş. Bu genç adamın hayatını mahvetmişti. Ona devamlı kızıyor, yaptığı hiçbir işi beğenmiyor ve devamlı iş hayatını bu genç adama zehir ediyordu. Az biraz dalyaraklık ve keltoşluk patronluğun şanındadır ama bu patron başka bir seviyede at koşturuyordu.
"Bu adam benden ne istiyor" diye söylendi içten içe genç adam.
"Anlamadım efendim." dedi başında dikilen ve ilginç bir şekilde James Franco'yu andıran garson.
"Ah pardon garson bey. Kafam biraz bulanık da"
"Efendim cüretimi mazur görün ama patronunuzla alakalı bir şey mi?"
"Hey dostum sen bir müneccim olmalısın nerden bildin"
"Efendim o sorundan az biraz da bende de var da. Ama endişelenmeyin ben o sorunla nasıl başa çıkılır biliyorum"
"Sahiden mi" dedi heyecanla genç adam.
"Evet efendim sahiden. Sorması ayıptır patronunuz biraz yaşlı mı?"
"Evet suratı buruşmuş muşmulaya benziyor."
"Tahmin etmeliydim efendim. Sorun şu ki patronunuz sizi kıskanıyor"
"Nasıl yani?" dedi "Benim neyimi kıskanacak ki o koskocaman bir ağadır bense gariban bir marabayımdır"
"Efendim sizin piliç ayıklama yeteneğinizi kıskanıyor."
"Piliç ayıklama mı? O da ne demek?"
"Piliç ayıklama işte. Lolita cımbızlama. Hatun çullama. Manita yoklama gibi başka yörelerde alternatifleri de vardır."
"Bayanlardan mı bahsediyorsun" dedi.
"Evet efendim tam üstüne bastınız. Patronunuz muhtemelen hiçbir bayanla iletişim kuramadığı için sizi kıskanıyor. Muhtemelen bu durumda siz de kuramıyorsunuz ama sorun şu ki siz potansiyelinizin farkında değilsiniz. Hatun ayıklama basit bir iştir. Belli başlı gereklilikler lazım gelir ki bunların hepsi sizde fazlasıyla var. Şurada oturan sarışın fıstığı görüyor musunuz?" dedi garson.
"A evet görüyorum." dedi genç adam "Nasıl yani şimdi istesem bu kadınla konuşabilir miyim?"
"Evet elbette. Hem de sadece kendiniz olmanız yeterli." dedi garson ve genç adamı biraz daha gazladıktan sonra onun bayanın masasına doğru ilerlemesini seyretti.
"Merhaba hanımefendi, acaba tanışabilir miyiz?" dedi genç adam sarışın olmayan ama garsonun renk algısı bozuk olduğu için sarışın gördüğü kumral kadına.
"PARDONNNNN!!!!" dedi genç bayan.
"Şey, yani tanışabilir miyiz diyordum. Bence çok güzel bi karısınız."
"Beyefendi ne münasebet acaba?????" dedi az öncekinden daha da utandırıcı bir tonla.
Bunu duyan genç adam utana sıkıla masasına doğru yönelip garsona yaklaştı.
"E hani karının beni bir öldürmediği kaldı" dedi
"Efendim sizi izlerken inanın az bile söylediğimin farkına vardım. Siz söylediğimden kat kat yetenekliymişsiniz."
"Nasıl yani?"
"Efendim karı eridi bildiğiniz"
"Garson bey, farkında değilsiniz belki ancak bu bayan beni tersledi."
"Hahahaha" diye güldü garson ve devam etti "Beyefendi çok yeteneklisiniz ama bir şeyi göremiyorsunuz. Kadın size cilve yapıyordu. Yani içten içe o da sizinle tanışmak istiyor."
"Cidden mi"
"Elbette efendim. Şimdi gidin ve sohbeti devam ettirin ve ne olursa olsun bilin ki söylediği her şeyin altında bir cilve yatıyor"
Genç adam bunun üzerine hiç olmadığı kadar bir ego ve mutlulukla kadının yanına doğru yürüdü.
"Pardon bayan şey diye ..."
"Beyefendi ilgilenmiyorum!!!"
Genç adam tam tekrardan gidecekti ki garsonun söylediklerini hatırladı. Bu sefer biraz daha küstah bi tonla
"Bak yavrum. İstersen bu ayakları bırak ve karşında kim olduğunun farkına var. Ben seksiliğin ta kendisiyim." dedi pazularını göstermeye çalışarak.
"Manyak mısın sen be! Bak çekil git yoksa cingar çıkarırım burada"
Naz yapıyor yine kesin diye düşündü içinden genç adam ve tekrardan
"Ulan sen bu halinle benim gibi bir pırlantanın karşında dikilip sana bir şans vermesinin değerini bilip ayaklarıma kapanacağın yerde gelmiş bana laf ebeliği yapıyorsun. Bırak bu ayakları güzelim. Sen de ben de çok iyi biliyoruz ki..."
Genç adam sözünü tamamlayamadan kadın masadaki sürahiyi adamın kafasına geçirdi.
"Sapık vaaar" diye bağırmasının ardından ortamdaki herkes genç adamın üstüne çullanıp onu dövmeye başladı.
"Ulan alem göt olmuş. Nereden peydah oluyor bu piç kurularını. Geliyorlar bir orospu çocuğunun gazına sonra da elalemin namuslu kadınlarına sarkıyorlar. Vurun lan ibneye nefes bile alamasın şerefsiz" diye bağırdı bir taraftan genç adamı tekmelerken garson.
Bu olaydan sonra adam 79 yıl kürek cezasına mahkum oldu. Hala kadının naz yaptığını düşünmekte ve ondan mektup beklemektedir.
-----------------------------------
Bir dakika sanırım size farklı bir günlük kaydı yolladım. Son zamanlarda her şey birbirine karışıyor da. Tüh yahu hayatın sırrıyla alakalı çok dokunaklı bir hikayeydi.
Neyse bu hatamı affettirebilmek adına bir başka konuya değineceğim ancak çay doldurmam gerekiyor.
(Evrensel niceleyicinin çay doldurması bazı kaynaklara göre yüzyıllar sürebilmektedir)