iki yerin arasında
from niceleyici

55

0

bazı şeyler tecrübe edilmese de olurmuş gibi geliyor. yani var olan her şeyden illa ders çıkarmamıza da gerek yok. bazı şeyler "olmaması gerekiyordu" şeklinde değerlendirilmeli. zaten böyle her olaya "olsun ya ders oldu" diyen lavuklara hep ayar olmuşumdur.

yine bir kış gecesiydi. havanın ne kadar soğuk olduğunu hatırlamıyorum. arabayla köy gibi bir yerden aşağı iniyorduk. bir sebepten ötürü arabayı sürerken oldukça gergin hissediyordum. normalde böyle şeyleri pek düşünmezdim. akışına bırakırdım her şeyi.

fakat bu sefer öyle olmadı. beynim bana kullandığım şeyin bir metal yığını olduğunu ve ona karşı şüphe duymamı emretti. saçma gelebilir ama öyle. araba denilen şeyle nasıl bir bağ kurduysam onun bir kul yapımı olduğu gerçeğini hem görmezden gelmişim gibi hissettim.

sonuçta her şey çarklarla alakalıydı. direksiyonun kontrolü ben de olsa da yaşanacak en ufak bir sıkıntı hayatıma mâl olabilirdi. lastiğim patlayabilir, arabada biri "attum kaptum xd" şakası yapabilir veya ön camıma bir yarasa atlayabilirdi. dipnot: batmanla aram biraz kötü

arabaya ne kadar da kolay güvenmiştim. gerçi aynı manada uçaklara da bu şekilde güveniyoruz sanırım. "defalarca" test edildikleri için güvenilir olduklarını düşünüyoruz. fakat ya sorun bensem. sonuçta arabayı sürmemi sağlayan şey beynimdi.

beynim teknik olarak arabayı uçurumdan aşağı sürmemi de emredebilirdi. fakat emretmedi. zihnim beni korudu ve arabayı sağ salim indiğim yokuştan indirdim. arabadaki şahısları tek tek evine bıraktım. ve tehlikeler sona ermişti. en azından ben öyle sanıyorum

son kuzenimi de eve bıraktıktan sonra kutsal cumartesi etkinliğini sona erdirmek üzere ana yolu aramaya koyuldum. ilginç bir şekilde sık sık geçtiğim o yolu unuttum ve yanlış bir yola saptım. aslında böyle salakça hareketler yapmazdım ama nedense bu sefer böyle oldu.

kendimi facebook'ta michelle rodrigez profil fotoğraflı fake hesaplara yazan dayılar gibi hissetmiştim. bu analojinin konuyla bir alakası olmadığının farkındayım. sadece fake hesaplara yazan dayılara gereğinden fazla gülüyorum. sonuçta ilahi komedya'da da denildiği gibi hayat

akasya durağına gereğinden fazla benzer. konuya dönecek olursak telefonumdan haritalar uygulamasını açtım ve gideceğim yeri hedefleyen bir yol tarifini işaretledim. beni bir patikadan ana yola çıkaracak bir tarif gösteriyordu. patika ise bir tesis gibi bir şeyin içinden geçiyordu

sevindim. ve teknolojiye olan güvenimiz hakkında olan düşüncelerim aksi yönde değişti. bu mucize sayesinde anayola çıkabilecek ve blinding lights eşliğinde gazı kökleyecektim. beynim hala bir şeylerin etkisinde gibiydi. bunu biraz da korkuya yoruyordum.

korktukça beynim beni olmadığım birine dönüştürüyordu.yolda ilerlemeye başladım. ilerlediğim patika yerini dandik ve dar bir asfalt yola bırakıyordu. her taraf zifiri karanlık olmakla beraber etraftaki tek ışık arabamın farı ve radyodaki sofi tukker'in albüm kapağıydı.

yolun kenarında ise devrilmiş devasa elektrik direkleri bulunuyordu. termik santrallerde kullanılan devasa kulelerdi bunlar. yolda ilerledikçe her 10 metrede bir bu kulelerin yan yattığını görebiliyordum. sebebini bilmiyorum ama bu devasa şeyler beni korkutmuştu.

bu şaşırtıcı bir şey değil ben genelde böyle devasa yapıların yanında olunca gergin hissederim. devasa gemi motorları, devasa heykeller, devasa binalar veya devasa delikler. dipnot: delik deyince aklınıza meslek lisesinden kalma ucuz espriler gelmemesini umuyorum.

hele bi de bu şeyler gürültülü şeyler ise oldukça korkarım. eskiden yaşadığım binanın asansör dairesindeki motor beni çok korkuturdu. tıpkı bu direkler gibi. ve yolda ilerledikçe yolun beni bir termik santrale ilerlettiğini fark ettim. şimdi akılda birkaç soru vardı.

ilk soru sofi tukker'eydi. bu koyduğumun şarkısı neden bi türlü bitmemişti. ikincisi ise anayola giden bu patika neden bu termik santralin ortasından geçiyordu. ilerledikçe de acaba buraya girmenin yasak olup olmadığını düşündüm. santrale yaklaşırken bu kulelerde daha sık görmeye

başladım. ancak yan yatmamışlardı. devasa kablolar ile birbirine bağlılar ve vızzzz diye ses çıkarıyorlardı. ancak bu ses oldukça gerici ve insanı tehlikede olduğunu hissettiriyordu. kendimi tüm bu devasa yapıların altında küçücük hissediyor ve tehlike sinyalleri alıyordum.

bir anda şarkı sona erdi. ve etraf çok hızlı şekilde buz kesmişti. evet mevsim kıştı ve hava zaten soğuktu. ancak burada hissettiğim soğuk normal bir soğuk değildi. çok ama çok sert bir soğuktu. paranormal şeylerin sadece yaşlı nenelerin ve çatlak şanzel'in başına geldiğine inan

ırdım. ama az sonra bu fikirlerim değişecekti. kendime gerçek hayattan bir spoiler veren bi dalyarak da olduğuma göre hem akıl sağlığımı hem de sürüş becerilerimi kaybediyordum. çünkü direksiyon hakimiyetim git gide kötüleşiyordu. frenler bir anda kilitlendi ve motor kendi kendin

e durdu. bir dakika motor durmuş olamazdı. ha ha yok yahu. motor da durmasın amk. en azından şu tesisi geçeyim öyle dursun diye sadece metal bir makine olan arabamın validesine küfürler yağdırdım. kontağı çevirdim ancak çalışmıyordu. arabada göründüğü kadarıyla bir sorun yoktu.

mazotum vardı ve motorda da bildiğim bir sorun yoktu. "acaba elektrik bir şeyleri mi bozdu" diye düşündüm. bir yandan da recep ivedik'deki akü sahnesi beynimin bir odacığında oynuyordu. arabadan inmek istemiyordum. en azından içinde bulunduğum bu kapsülümsü şey beni dışarıdan

soyutluyordu. birkaç dakika bekledim. ancak hayır çalışmadı. fakat sonra fark ettim ki bu korkuyu kendi kendime vermiştim. yani korkulacak bir şey yoktu. yaşadığım şeyler paranormal statüsüne girmiyordu. çoğu insan gibi arabam bozulmuştu o kadar. hem eğer bir tesisteysem

bu tesisten sorumlu birileri buralarda olabilirdi. nöbetçi bekçi veya pek tercih etmesem de kenarda demlenen bir müptezel. o yüzden yardım çağırmak adına el frenini çekerek arabadan indim ve onu kilitledim. ve ileri doğru yürümeye başladım.

az önce kendime verdiğim boktan telkin bir işe yaramamış olacaktı ki hala gergin hissediyordum. ilerledim ve biraz daha ilerledim. tam o esnada şimşek çaktı. tüm gökyüzünü yaran o beyaz şey. peşinden de onun kadar görkemli bir gök gürültüsü. habercilerinin de ardından gelen

sağanak yağmur. yağmurun şiddeti çok yüksekti. santralden gelen sesle beraber yağmurun ve gök gürültüsünün sesi insanı dehşete düşürüyordu. gök sanki öfkesinden deliye dönmüş gibi parlıyor ve çok yüksek sesle gürlüyordu. etrafıma yıldırım düşmesinden korktum bir an.

veya daha kötüsü belki de etrafımdaki teller makineler ve direklere gelen yağmur beni çarpacaktı. fakat bu şeyi ben düşündüysem illaki bu tesisi inşa edenler de düşünmüştür şeklinde kendimi rahatlattım.

yağmurun altında sırılsıklam, sırımsıklam, neydi yahu bu sözün doğrusu sırıksıklam? sırık? beylerbeyi (ne alaka amk). yağmurun altında ıslanarak yürüdüm. etrafta ne kimsecikler vardı ne de bir bina ya da kulübe. biraz daha yürüyünce ileride bir yapı gördüm.

bir basketbol sahası büyüklüğünde üstü metal bir çatıyla kaplanmış bir alan. bu alanın dört köşesinde 3-4 metre uzunluğunda 4 tane direk vardı. çatının altı bomboştu. oturacak bir şey de yoktu. yağmurun dinmesini beklemek adına bu çatının altına doğru koştum.

bu tıpkı cuma namazında yağmur varken cami avlusunda açılan şeylere benziyordu. muhtemelen buraya tırlar park ediyor ve yüklerini bırakırlarken ıslanmamaları adına üstü demir bir sac ile kaplanmıştı. alanın dört bir yanında da bir çit veya bir koruma yoktu.

elektrik santrali ise biraz daha gerimde kalmıştı ki bu gerginliğimi bir nebze daha olsa azaltmıştı. şimdi sadece şiddetli yağmurun ve gök gürültüsünün sesi vardı. hayır ne bok vardı da bu akşam dışarı çıkmıştım.

ne güzel evde oturacak biraz lol oynayıp rüyamda jennifer lawrence ile kısıtlı devletin olup olmaması üzerine minarşizm temalı bir tartışma yapacaktım. bu kutsal cumartesileri yola çıkarken güzel olurken dönüşte hep başıma bir bela geliyordu. dipnot: yine bir ara yolda altıma

dakikalarca bekledim ancak hayır yağmur dinmeyi bırak şiddetini arttırmıştı. acaba arabayı kapalı bir yerin altına mı çekseydim diye düşündüm. tüm bu düşünceler sürerken bulunduğum çatının diğer tarafına baktım.

çok büyük bir avlu vardı. dümdüz çok ama çok büyük bir avlu. beton zeminden oluşan dümdüz bir alan ve üstünde hiçbir şey yoktu. kelimenin tam manasıyla hiçbir şey. sadece yağmurun oluşturduğu ıslaklık ve üstünden seken yağmur taneler. alanın ne kadar uzun veya büyük olduğunu

kestiremiyordum. çünkü alanın 20 metre sonrası sis ve yağmurdan dolayı gözükmüyordu. nereden gelmiştim bu silent hill'in yandan yemişi mekana. gerginliğim daha da artmıştı. bu alan ne alaka diye düşündüm. kaldı ki yaşadığım ilçede böyle bir tesis olduğunu yeni fark etmem

de beni daha çok şaşırtmıştı. altında olduğum tentenin alana yakın tarafına doğru ilerledim. bu avlu çok garibime gitmişti. o esnada sisin gerisinde iki kişi gördüm. içim hiç olmadığı kadar rahatlamıştı. bu tesisin bekçileri olmalılardı. yardım istemek için yanlarına doğru

hızlı hızlı adımlarla ilerledim. adamlara yaklaştıkça sis dağılıyor ve onları daha net seçebiliyordum. seçebiliyordum seçmesine ancak adamlardan birinin kolu yok gibiydi. gördüğüm sadece karanlık bir silüet olduğu için biraz daha yaklaşmaya karar verdim.

biraz daha yaklaşınca yanındakinin de garip bir vücut şekli olduğunu fark ettim. "ne giyiyor bunlar" dedim kendi kendime. biraz daha yaklaştım ve bu iki kişi yanyana değiller birbirlerinden 1-2 metre uzaktaydı. uzaktan bana yan yana konuşuyormuş gibi gelmişti.

üstlerindeki şey ise garip bir kostüm. boydan boya bir çuval gibi bir kostüm giymişlerdi. ve kanımın donmasına sebep olan şey ise. bu iki şey insan değildi. tanıdığım bir hayvana da benzemiyorlardı. sanki ayakta duran bir şempanzeye özensiz bir kostüm giydirilmiş gibiydi

korkudan tüm vücudum titriyor ellerimi ve ayaklarımı hissetmiyordum. sımsıcak kanın damarlarımdan geçişini hissediyor ve kalbimin göğsümü delecek gibi atışını duyuyordum. bu şeyin kafası var gibi ama bir yandan da yok gibi. sanki bir kolu var gibi ama yok gibi. bacakları

sayılabilecek iki çıkıntısı vardı. ancak ne olduklarını göremiyordum. çünkü bu şeyler neyse üstlerine bir köstüm özensizce giydirilmişti. veya bunlar her neyse derileri öyleydi. hiç ses çıkarmıyorlar ve bulundukları alandan ayrılmıyorlardı.

yaptıkları tek hareket bir adım ileri gitmek ve bir adım geri gitmekti. biraz daha detaylı bakınca bu iki şeyin sadece iki tane olmadığını fark etmek oldu. sisin gerisinde bu şeylerden onlarca vardı. birbirlerini yanındalar, konuşmuyorlar ve sadece bir adım ileri ve bir adım geri

onlarca silüet upuzun bomboş bir beton alandalar ve şiddetli yağmur üstlerine yağıyordu. donup kaldım. ne yapacağımı bilemedim. o an aklımdan geçen tek makul düşünce arabam oldu. evet arabam. ardıma bakmadan koşmaya başladım.

önce bulunduğum çatıyı geçtim sonra da tesise doğru koşmaya başladım. "tesis, evet tesis. şu yoldandı heralde" diye hafiften deli bir sesle kendi kendime konuşuyor bir yandan da koşuyordum. "hayır buradan değildi, burdan da değildi. nerden geldim lan ben"

nereden geldiğimi hatırlamıyordum. nereye gitsem önümü upuzun telden çitler karşılıyordu. dakikalarca etrafımda koşturdum fakat ne arabamı ne de o yan yatmış direkleri göremedim. biraz olsun sakin olmayı denedim. ve biraz etrafıma baktım. onca koşuşturma sonucunda fark ettim ki

ben buraya nerden girdiğimi hatırlamıyordum. nere gitsem tel çitler vardı. ve tırmanabileceğim gibi değillerdi. son çare olarak demin bulunduğum çatının altına geçtim. soğuktan donacaktım ve biraz olsun ıslanmamak istiyordum. bu varlıkların bulunduğu alan çatıya yakın olsa da

en azından tellerin bulunduğu yerden iyiydi. çünkü bu çatının altından nere ayrılsam karşıma bu alan çıkıyor ve bu varlıkları görüyordum. rüya mı görüyordum? "lan kemal" dedim kendi kendime. "ne kattın lan çayıma orospu çocuğu" dedim. fakat aklımı yitirdiğimi de düşünmüyordum.

çünkü sarhoş gibi hissetmiyordum. ne yapacağımı düşünmek adına beton zemine çöktüm. yağmurdan korunmak çok çok az da olsa korkumu dindirmişti. "telefonum" diye haykırdım. evet polisi, jandarmayı veya artık bu sikim işe kim yardım edecekse onu aramalıyım.

bu çözüm niye aklıma gelmemişti. en baştan buraya girdiğimde telefonumu kullanıp kuzenlerimden birini arayabilirdim. telefonumu kullanmak neden aklım gelmemişti bilmiyordum.

dipnot: yazarın aklına gelmemesi de bir ihtimal
niceleyici: dördüncü duvarı kırma gerizekalı

telefonumu çıkardım fakat terslikler hep üst üste geliyordu. sıkıntı yok ben zaten ne zaman master oyniyim desem karşıma götveren bi teemo gelirdi. alışıktım böyle şanssızlıklara. telefonum hiç açılmıyordu. yağmurdan oldu diye düşündüm.


 

Next Chapter