"Yani kusura bakma ama tam olarak anlamadım Ahmet" dedim ve devam ettim "Herkesin konuşacak üç beş kelamı vardır"
"Yanlış anlattım sanırım. Benim konuşacağım çok şeyim var da anlatacağım kimse yok." dedi
"Nasıl yani?"
"Etrafındakilere hiç bakıyor musun İbrahim? Hiç onları analiz etmeyi denedin mi?"
"Analiz mi? Vallahi benim bu tarz şeylere pek kafam basmaz ki. Ben muhabbetim uyuşuyorsa sohbet ederim işte öyle imtihana tabi tutmam kimseyi."
"Bu bir imtihan gibi değil. Etrafındakilere daha dikkatli bak. Onları konuşmaya değer görüyorsun. Arkadaşların sanıyorsun. Muhtemelen sivilde değil gerçek hayatta da çevren böyledir diye tahmin ediyorum."
"Ne varmış benim çevremde?"
"Seninle dalga geçiyorlar. Anlamaman normal. Sen grubun soytarısısın" dedi.
Sinirlendim.
"Ne biçim konuşuyorsun lan sen. Soytarı falan, sen kimsin göt" dedim öfkeyle
"Sinirlendiğine göre daha önce fark etmemişsin" dedi
Kim olduğunu zannediyordu bu herif? Daha düne kadar ağzını bıçak açmayan herifle iki sohbet edeyim diyorum bana hakaret ediyor. Çok sinirlenmiştim.
"Bak İbrahim, açık konuşmak gerekirse sana bunu söyleyerek sana iyilik yapıyorum. Buradaki insanlar seninle taşak geçiyor. Bunu alenen yapmıyorlar herhalde. Ama içten içe sen onlar için bir soytarısın. Ancak bu onların problemi. Hatta genel olarak insanların problemi. Sen belki iyi birisin, aralarına girmeye çalışıyorsun. Onlardan biri olmaya çalışıyorsun. Ama boşuna deniyorsun. Sen bir hiçsin. Sen olmayansın."
"Beni tanıyor musun da böyle konuşuyorsun. Sen nerden biliyorsun"
"Çünkü ben de senin gibiyim. Ancak senin aksine ben aralarına girmek için uğraşmıyorum. Onlarla buluşabileceğim bir ortak nokta yok. Dürüst olmak gerekirse benim kimseyle buluşabileceğim ortak bir nokta yok."
"Siktir lan götüm. Seni adam yerine koyduk soruna cevap verdik götün kalktı. Benimle adam akıllı konuş valla mahvederim seni."
Bunu diyebilecek göte sahiptim. Tabi bir de Ahmet'in 30 kilo Koreli popçulara benzemesinin de getirdiği bir cesaret vardı.
"Bana niye kızıyorsun? Sana hakaret etmek için bunları söylemiyorum. Sana gerçeği fark etmen için söylüyorum. Ayrıca senin olmayanlardan olman benim bakış açımdan iyi bir şey."
"Ne diyorsun lan sen ibne"
"Bana dakikada bir küfür etmeyi bırak. Beni korkutmuyorsun İbrahim." dedi ve devam etti;
"Ayrıca ben senden daha kötü bir haldeyim. İnsanların arasına katılmayı milyon kere denedim. Ne kadar denersem deneyeyim onlardan biri olamadım. Ya onlar beni kabul etmedi ya da ben istemedim. İnsan iradesi bana hep karmaşık gelmiştir. İnsanların sevdiği biri olabilmek. En başta parametreler nedir ki? Zeki olmak mı? Yakışıklı olmak mı? Hangisi? Peki bu özelliklere sahip olsam ne değişecek?"
"Eşin dostun olacak işte. Bundan daha güzel bir değişiklik var mı?"
"Hahahahaha" diye güldü Ahmet. (Ben bu herifi sabaha kalmaz gebertirim)
"Eş ve dost mu? İbrahim sence benim gibi biri eş ve dostu sikine takar mı? Benim hayattan beklentilerim böyle basit şeyler değil. Kimsenin dostluğuna ihtiyacım yok. Sana da aynısını tavsiye ederim. Ben haz için yaşarım."
"Haz mı? Kimseyle konuşmuyorsun, iddiasına varım ki bir tane bile kızla konuşmamışsındır bugüne kadar. Kimden, neyden haz alacaksın?"
"Kadınlardan mı bahsediyorsun" dedi aşağılayıcı bir tonla.
"Evet"
"Fahişeler bunun için var"
"Ne yani ömrün boyunca hayat kadınlarına para mı yedireceksin?"
"Haz deyince aklına sadece kadınlar gelmesini anlıyorum. Sen ilkel düşünüyorsun. Bir aralar ben de senin gibiydim. Ancak sorunun cevabına geleceksek evet. Biyolojik bedenimin ihtiyaç duyduğu cinsellik için hiç bir kadına vaktimi, emeğimi yatıramam. Onlarla sohbet edebileceğim bir konu da yok senin aksine."
"Senin için kadın demek sadece yatabileceğin bir şey mi?"
"Evet. Senin için de öyle."
"Hayır benim için öyle değil. Yani ben öyle yetişmedim. Ne bileyim sevgi saygı var."
"Hayır yok, sevgi ve saygı diye saydığın şeyler bir hatunu yatağa atabileceğin vakte kadar harcayacağın emekten ibaret. Biz böyle evrimleştik. Tavus kuşları tüylerini gösterir, bülbüller şarkı söyler, turnalar dans eder. İnsanlar da üreyebilmek için aşık olur. Her şey bundan ibaret. Ayrıca cinsellik henüz vücudumdan atamadığım bir eksiklik. İmkanım olsa bu duygumu yok ederdim. "
"Ne garip bir adamsın lan sen. Yani hayata böyle bakan biri neyden keyif alabilir?"
"Sahip olmaktan"
"Neye?"
"Her şeye. Beni görmezden gelenlere. Benden haberdar olmayanlara. Ben onlardan üstün olduğumu biliyorum. Onların aşağılık birer böcek olmalarını bilmelerini istiyorum. Tek amacım bu. Güçlü olabilmek."
Tüm bunlar kafamı karıştırmıştı. Ahmet'in söyledikleri canımı sıkmakla beraber bir yandan da ne anlatmak istediğini anlamaya çalışıyordum. Ona küfretmem veya kaba davranmam bir işe yaramayacaktı. O korkutabileceğim biri değildi. Ona ne yapılırsa yapılsın intikam alacağı vakti bekleyecek gibiydi. Çelikten sabrı var gibiydi. Bu kadar sessiz birinin içinde bu kadar narsist biri yatmasına şaşırmamak gerek diye düşündüm. Konuşmasında öyle bir sihir vardı ki insan onu dinledikçe geriliyordu. Ona zarar verebilmek imkansız gibiydi. Ama bir yandan da tek başına otura otura kafayı yemiş birinin konuşmalarına benziyordu. İnsan ne kadar yalnızlaşırsa tüm çevresi kendinden ibaret olur. Öfkesini bir başka kişiliği temsil eder, neşesini bir başkası. Hepsi kendidir. Tanıdığı tüm insanlar, yaşadığı tüm maceralar kendi zihninin ürünüdür.
"Bunu nasıl yapacaksın. Yani bana biraz kafayı yemiş birinin ağzından çıkan boş laflar gibi geliyor" dedim.
Ahmet hemen cevap vermedi. Biraz bekledi. Sonra da hafif bir tebessümle "Kafanın içinde ne var?"
"Nasıl yani?"
"Kafanın içinde ne var diye sordum İbrahim. Türkçe de mi anlamıyorsun?"
"Oğlum bana bak, şu Morgan Freeman dublajı gibi konuşma işini bırak. Yemin ederim şu G3'ü götüne montelerim" dedim sırtımda asılı tüfeği göstererek. "Beynim var işte amına koyayım ne olacak"
"Beyninin içinde ne var peki? Dur ben söyleyeyim, zihnin var. Şu an bildiğin her şey seni oluşturan, dünyanı oluşturan her şey yağ ve sudan oluşan bir maddenin içinde. Tüm travmaların, tüm anıların, hayatına anlam katan her şey, izlediğin tüm filmler, dinlediğin tüm şarkılar, aşkından öldüğün kız, nefret ettiğin insan, kısacası bildiğin her şey bu ufacık şeyin içinde" dedi kafamı göstererek.
"Allah Allah, bilmiyordum." dedim alaycı bir şekilde.
"Bilmediğini söylemedim. Sadece çoğu zaman farkında değilsin. Kimse değil. Herkes bunun böyle olduğunu bilse de bunun bilincinde yaşamıyor. Benim yönetme arzum onlara taş taşıtıp bana hizmet etmelerini sağlamak gibi bir şey değil zaten. Sadece onların ne kadar aşağılık olduklarının farkına varmalarını istiyorum. Bunun tek yolu onların beynine sızmak. Bir adamın beynine sızabilirsen ona istediğin her şeyi ama her şeyi düşündürebilirsin. Mesela şu an senin beyninde tam kontrolüm olduğunu varsayalım. Bu kontrol sayesinde şu anda konuştuğun kişinin Shailene Woodley, bulunduğun yerin de Everest'in tepesi olmasını sağlayabilirdim. Çünkü senin gerçekliğinle benim gerçekliğim aynı değil. Senin kırmızı diye gördüğün renkle benim kırmızım aynı değil. Hatta senle ben tamamen farklı dillerde konuşup farklı anlamlar veriyor da olabiliriz. Belki de ben şu an cırtlak sesle konuşurken sen benim sesimi kalın duyuyorsun. Bunu anlayabilmenin hiçbir yolu yok. Çünkü GERÇEK DİYE BİR ŞEY YOK. Senin beynin sana ne diyorsa senin için gerçek olan şey odur. Birinin beynini kontrol edebilirsen zamanını da kontrol edebilirsin. Onun beynine her şeyin donduğu mesajını verirsen o kişi zamanın durduğunu sanır. Ona acı çektirebilirsin. Onu mutlu edebilirsin. Beynine kan gittiği sürece o kişinin sahibi sen olursun. Burada asıl nokta o kişiye bir şeyler yaptırmak da değil. Zaten zenginler bunu yapıyor. Ama hiçbir çalışan patronunu sevmez. Çünkü ne kadar paran olursa olsun o kişinin iradesini değiştiremezsin. Ama beynini kontrol edebilirsen sana çay getirirken ayın zamanda aklının içinde Mustafa Sandal çalmasını sağlayabilirsin. İrade böyle bir şey. Ona sahip olan her şeye sahip olur."
"Shailene ney? Nasıl güzel bi gacı mı?"
"Lan İbrahim, onca şey anlattım sana bunu mu merak ediyorsun. Ne kadar sikinle düşünen bir adamsın. Sana burada devrim niteliğinde bir şey diyorum. Kimsenin yapamadığını insanların zihnine erişebilmekten bahsediyorum."
"Tamam, tamam pardon. Ee tamam da kardeşim bana biraz sıkıyorsun gibime geldi. Yani tüm bunları nasıl yapacaksın?"
"5 yıl sonra"
"Ne zaman yapacaksın demedim. Nasıl yapacaksın dedim"
"Bu kısmı bilmen gerekmiyor. Bir cihaz hayal et."
"Yahu bir şey diyecektim de. Neyse tamam. Diyelim ki tüm bunları yapabileceksin. Ki ne işle uğraştığını da bilmiyorum da. Bana bunları niye anlatıyorsun. Kazancın ne olacak"
"Benim hiçbir ahlak anlayışım yok. Benim için iyi veya kötü yok. Amacım iyilik yapmak değil. Açık konuşmak gerekirse bundan pişman bile olabileceğimi düşünüyorum. Olay şu ben bu söylediklerimi yaptığımda muhtemelen kendi zihnime de müdahale edeceğim. Yani eğer haz için yaşayacaksam ilk hedef kendi zihnim olmalı değil mi? Bu durumda benim zihnim de tehlikeye girecek. Bir terslik olursa benim zihnimi gerçekliğe dönüştürecek bir dış müdahaleye ihtiyacım olacak. Bu cihazın üzerinde benim tam kontrol yetkim olacak bununla beraber bir dış iradeye de ihtiyacım var. Bu da sen olacaksın."
"Nasıl yani? Emniyet sibobun mu olacağım senin?"
"Evet bu cihaz seni asla kontrol edemeyecek. Tabi sen istemediğin sürece. Elbette beni de asla kontrol edemeyecek ben istemediğim sürece. Fark şu ki bu cihaz aynı anda asla iki yöneticinin zihnine giremez. Benim zihnim kontroldeyken cihaz senin zihnine müdahale edemeyecek. Bu sayede ikimiz birbirimizin güvenliğinden sorumlu olacağız."
"Ya Ahmet, bak şimdi cidden küfür etmek istemiyorum da. Çocuk mu kandırıyorsun. Daha 2 saat önceye kadar bir kelime konuşmadığın adama böylesine büyük bir şeyi emanet edeceksin ha? Cidden kafayı tırlatmışsın sen. Valla şu yalnız takılma işini bırak. Biraz insanların arasına karış. Mesela gel istirahatte diğer askerler gibi Kral Pop izle ne bileyim muhabbete dahil ol."
"Sana güvenmemin sebebi seni sevmem falan değil. Seni uzun zamandır izliyorum. Diğerlerinden tamamen farklısın. Ayrıca beni o gün helada döverlerken bana yardım etmek istedin. Bunu niye yaptın ilk anlamamıştım fakat sonraları kafama dank etti. Sen de benim gibi olmayanlardansın. Bana inanmanı beklemiyorum. Senden beklediğim tek şey bu konuştuklarımızı kimseye anlatmaman. Gerçi anlatsan da bir şey değişmeyecek. Çünkü kimse sana inanmayacak." dedi ve cebinden bir zarf çıkardı.
"Bunu tam olarak 5 yıl sonra açacaksın. Ne bir gün sonra ne bir gün önce, tam olarak 5 yıl sonra" dedi zarfı bana uzatarak.
"Ne bu?"
"Şu anda anlam ifade eden bir şey değil. 5 yıl sonra açman gereken bir şey. Beni anladığını umuyorum. Bana güvenmeni bekliyorum. Bunun için de her ne kadar benim için çok zor olsa da seninle arkadaşlık yapmayı deneyeceğim. Ama sakın Kemal Sunal şakalarına gülmemi bekleme."
Normalde olsa muhtemelen verdiği zarfı kahvaltıdan sonra hela deliğine atıp üzerine de su dökecektim. Çünkü tamamen kafayı yitirmiş bir adamın söylediği şeylerle vakit kaybedemezdim. Fakat öyle bir şey vardı ki. Acıma mı desem yoksa sevgi mi bilemiyordum. Ahmet'in söylediklerini ciddiye almamın imkanı yoktu fakat alt tarafı bir zar diye düşündüm. Cebimde saklar eve gidince de dolabımda dururdu. Hem muhtemelen unutacaktım da. Şimdilik mutlu olsun diye kabul ettim.
"Tamam lan. Ama bak söylediklerine zerre kadar inanmıyorum. Aslında niye kabul ettiğimi ben de bilmiyorum"
"Biliyorsun. Senin de benim gibi biri olduğunu içten içe biliyorsun. Sen henüz benim geldiğim aşamaya gelmedin. Aramızdaki tek fark bu."
Ahmet ya çok iyi bir hatipti ya da gerçekten söyledikleri doğruydu diye düşündüm. Tamam insanlar için bir hiç olduğumun farkındaydım. O kadar da salak değilim. Ama onun geldiği seviyeye gelmek, onun kadar çürümek. Asla yapabileceğim şeylerden değildi. Evet Ahmet bana samimi gelmişti ama bir yandan da ondan korkuyordum.
"Anlaştık mı" dedi bana elini uzatarak. Elini sıktım.
"Tamam anlaştık. Şimdi erketede dur, çok kafa açtın sigara içmem lazım" dedim gülerek.
"Hahaha tamam kolluyorum etrafı" dedi.
----Veri Okunamıyor ----
"Gardiyan! Uyan"
"Lan gardiyan kendine gel çok vakit yok!"
"Ah bu beyefendinin haline bakınız, neden böyle oldu tahkik etmekte misiniz? Ah, müteessir oldum, ah kahr-u perişan oldun. Bu zâtın haline bakınız, rengi atmış."
"Ya Adnan bi siktir git şuradan sokacağım şimdi tahkikine de beyefendine de. Lan gardiyan uyansana hadi vakit yok"
"Ah şu kadir kıymet bilmeyenler, hislerimi çok yaraladılar. Ayrılıyorum bu mekan-ı garabetten."
"Lan gardiyan hadi uyan"
"Ne oluyor?" dedim yarı baygın. "Burası neresi".
"Kalk hadi gözünü seveyim. Hiç vakit yok"
"İbrahim abi?" dedim. Bu İbrahim'di. Bir dakika burası. Burası deliler koğuşuydu. En son ben bir şeyler dinliyordum. Bir hikaye.
"İbrahim abi sen misin?"
Bir ışık hissettim.
"Eyvah, çok geç. Bana bak beni iyi dinle. Düşündüğün yerde değilsin. Rüyalarını kontrol edemiyorlar. Anladın mı beni?"
"Ne? Ne rüyası?"
"Rüyaların. Kontrol edemedikleri tek yer orası. Sakın uyanma rüyandan."
"Anlamıyorum."
"Rüyandan sakın uyanma. Sakın rüyandan uyanma!"
Işık daha da arttı. Gözlerim karıncalanıyor ve duyduğum sesleri ayırt edemiyordum.
"Bayılıyorlar, bakınız bu zât bayılıyorlar"
"Kenara çek şunu."
----Veri Okunamıyor ----
Next Chapter