Bölüm 1: Her zamanki gibi iş

Göz kapaklarımı zar zor araladım. Güneş doğmuş ve telefonum zangır zungur titriyordu. Dün gece heyecandan zor uyumam bir kenara "uyanamam" diye de on tane alarm kurmuştum. 

Belli bir süre oyalanmadan sonra yatağımdan kalktım dişlerimi fırçaladım kıyafetlerimi giymeye koyuldum. Aslında dün gece ne giyinmem gerektiğini sormalıydım. Fakat sormayı unuttum. Dolayısıyla pazardan aldığım logosuz Beşiktaş forması (Juventus da olabilir pek ayırt edilmiyor), Rey Mysterio baskılı tişörtüm ve en son lise mezuniyetinde giydiğim beyaz gömlek arasında kararsız kaldım. Fakat bu kararsızlık moralimi bozmayacaktı. Emin olduğum tek şey buydu. Sözleşmemde yazana göre çalıştığım yerde bana kalacak bir yer tahsis edilecek ve barınma ihtiyacım bu yaşadığım mağara dışında bir yerde giderilecekti. 

--------

Sanırım bu da yeni bir prosedür olsa gerek. Yani gizlilik önemli de ne bileyim gözlerimin kapanmasına gerek yoktu.
"Yaklaştık" diye bir ses geldi birinden. Beni hangi araçla getirdiklerini tahmin edemiyordum. Çünkü yanımda oturan görevlilerin hırıltıları dışında başka bir ses gelmiyordu. Ne trafik sesi ne de kanat sesi. Hareket ettiğime dair bir ivmelenme de hissetmiyordum (ivmelenme denilir değil mi?).  Bu belirsizlik beni biraz da germişti, ne zaman gerilsem bir grup orta yaşlı, yeni yirmilik diş söktürme ameliyatından çıkmış Tanzanyalı tarafından tecavüze uğrayacağım hissi gelir. Psikoloğum bunun gayet normal olduğunu her insanın gerildiği zaman orta yaşlı, yeni yirmilik diş söktürme ameliyatından çıkmış bir grup Tanzanyalı tarafından tecavüze uğrayacağı hissine kapılabileceğini ve endişelenmem gereken bir şey olmadığını söylemişti. 

Not: Psikoloğumun çekmecesinde "Uluslu Travesti Ahu"nun kartını bulmuştum. (Selena Gomez'e çok benziyordu)
 
Belli bir süre sonra gözlerimdeki bağı söktüler. Işığa gözlerimin alışması bir kaç saniye aldı. Alıştıktan sonra etrafımdakileri seçebiliyordum. Tren  vagonu gibi bir şeyden iniyorduk. Ancak bu tam olarak bir tren de değildi vagona benzeyen klube gibi bir şeydi. Bir kaç basamaklı bir platformdan iniyorduk. İndiğimde ise yanımda bulunan iki  görevliden biri "İşte Kazım Bey" diyerek karşımda bana doğru yürüyen orta yaşlı kafasının ortası kel ancak yanlarda saçı olan hafif göbekli ve kahverengi takım elbise giyen bir adamı işaret etti. 

"Zulmet-i Hüzn'e hoşgeldin" dedi bu kel adam.

"Hoş bulduk efendim" dedim biraz çekinceli bir sesle. "Müdür bey değil mi?" diyerek devam ettim.

"Evet evladım doğrudur. Kusura bakma ben sen yarın gelirsin zannediyordum. Kurumundan gelen yazı elime ancak ulaştı. Genelde aramıza yeni katılan personele kek çikolata neyin alırdım da, senin durumunda maalesef böyle oldu. Gerçi hediyeyi gelen getirir değil mi puh hah hah hah" şeklinde tok bir sesle gülerek ilginç tiradını bitirdi müdür. "Gel bakalım" diyerek yanına çağırdı beni. "Sana etrafı gezdireyim" dedi.

Müdüre doğru yürümeye başladım. 

"Gelirken ki hassasiyet için kusura bakma. Malum hapishane güvenliğini gereğinden fazla önemsiyoruz. Ee, memleket yeri tehlike yeri. Alem göt olmuş. O yüzden tekrardan kusura bakma" dedi yanına yaklaştığımda.

"Estağfurullah" diyerek karşılık verdim ve yan yana yürümeye başladık. 

Henüz etrafta bakılacak bir şey yoktu. Platformun indiği yer dar bir odaydı ve odanın devamında iki kapılı bir geçide açılan pek de geniş sayılmayacak bir koridor bulunuyordu. Koridorda bir kaç metre yürüdükten sonra müdür cebinden kartını çıkarak geçidin sonundaki kapıyı açtı. Kapıdan geçtiğimde beni çok yüksek ve çok geniş bir alan karşılamıştı. Burası hep enine hem de boyuna çok büyük bir yerdi. Fütüristik bir mimarisi olan insanın içini ürpertecek kadar görkemliydi. Ancak bu kadar geniş bir yer olmasına rağmen etrafta kimsecikler de yoktu. Duvarların bir ucunda bir kapı diğer ucunda ise başka bir kapı fark ettim. Bu koskocaman alan içerisinde sadece iki tane kapı vardı. Bunlar muhtemelen mahkumların kaldığı hücrelere açılıyordu. Alanın en ucunda ise diğer kapılardan daha büyük bir geçit bulunuyordu. Ki geçitler de teknik olarak bir çeşit kapıdır. 

Benden başka bir tane daha gardiyan görmemiştim. Belki de mola vaktine falan denk gelmiş olmalıydım. Tüh yahu ilk mola saati her zaman çalışanların birbiriyle kaynaştığı küfürlü fıkralar anlattığı "Söyle bağalım delikanlı var mı çitilediğin bir şeyler" diye tatsız şakalar yaptığı bir oryantasyon saatiydi. Ancak bunu sorun etmedim çünkü teknik olarak hala ilk mola saatim var diye düşündüm.

Yürürken müdür bana bir şeyler anlatıyordu "Şurası şu", "Burası bu". Kapıların ardından hiç konuşma sesleri gelmiyordu. Ara sıra öksürük sesleri duyuyordum. Biraz daha yürüdükten sonra alanın en sonundaki geçide geldik. Müdür yine cebindeki o havalı kartı çıkararak duvardaki kapıyı açtı ve başka bir alana girdik. Burası diğerine nazaran daha ufak bir alandı. Bir çeşit koridor sayılabilirdi. Müdür bana bu koridorun mahkumların kaldığı alan ile bizim alanımızı ayıran bir çeşit güvenlik geçidi olduğunu söyledi. Bu koridorun etrafında kameralar ve sanırım izinsiz geçen insanları paramparça edecek olan bubi tuzakları vardı. Kameralara bağlı otomatik silahlar geçen herkesi takip ediyordu. 

Bu alanda biraz gerilmedim dersem yalan söylemiş olurdum. Evet muhtemelen bu kameralar yapay zekalı bir şeylerle donatılmıştı ve geçen şahısların buradan geçmeye izni olup olmadığını kontrol edebiliyordu ancak ben yine de bir ve sıfırlarla oluşturulmuş sistemlere canımı emanet etmek istemiyordum.  

"Ateş etmezler değil mi hehehe" diyerek müdüre karşı ilk şakamı yaptım. 


Yürürken yüzünü bana çeviren müdür "Yok yahu, tetikleri kapalı hepsinin. Mahkumların kendi koğuşlarına açılan odalarda bile iki tane bariyer var. Onu aşacaklar da sonra koridorun kapısını açacaklar da sonra da buraya damlayacaklar he? Onlar buraya adımlarını atabilsin cümle alem de gelsin anamı siksin" şeklinde garip bir cevap verdi. 

"He ne olur, bir isyan çıkar ne bileyim başka bir şey olur o durumda ben odamdan aktif ediyorum bu silahları. Yani öyle korkacak bir şey yok" diyerek ekledi. 

Müdür kafa bir adama benziyordu. Onunla iyi anlaşacağımı düşündüm. Aslında ben neresi olursa olsun amirimle olan karşılaşmama önem veririm ve belki garip gelebilir ancak amirim, liderim, müdürüm artık her neyseler bana karşı ilk başta bu kadar sıcakkanlı olmalarını istemem. Çünkü bu şekilde olursa ilk önce onlarla çok iyi anlaşacağımı düşünürüm ancak sabırsızlıkla ilk kızdıkları anı beklerim. Yani iş dünyası böyledir değil mi? Hiç bir amir sonsuza kadar iyi, samimi kalmaz. Eninde sonunda bir kriz çıkar ve kızarlar. Bu anı beklemek de beni gerer. Ben genelde beklentilerimin gerçekçi olmasını severim. Bu yüzden müdürlerin ilk başta böyle sıcakkanlı olmaları benim için pek anlam ifade etmez. 

Bu güvenlik geçidinin sonundaki kapıya geldiğimizde müdür o kapıyı da açtı ve sanırım personeller için tasarlanmış olan koridora geldik. Koridorun sonunda bir adet turnike vardı. Müdür hem kendi için hem de benim için turnikeye kartını okuttu. "Burası Personel alanı" dedi müdür. 
Not: Ne zaman turnikeden geçsem aklıma "Köyden İndim Şehre" filmi gelir. 

"İşte burası da senin odan" diyerek bir kapıyı işaret etti. Kapıyı bir anahtarla açtı ve o anahtarı bana verdi. İçeri girdik. Aslında ben çok küçük bir yer bekliyordum ancak içerisi oldukça güzeldi. Odanın duvarları tüm hapishaneye nazaran daha aydınlık olan krem rengiydi. Duvarın kenarında bir yatak -ki oldukça genişti- yatağın yanında bir adet, yatağın yanında bir adet, hmm açıkçası o şeye ne denilir bilmiyorum. Sanırım bir komidin. Duvarın diğer tarafında ahşap bir gardırop ve onun yanında da bir çalışma masası vardı. Çalışma masasının üstünde de kitaplarımı koyacağım bir kütüphane vardı. (Keşke Kaptan Düşükdon çizgi romanlarımı evde bırakmasaydım.) 

Odada sonradan fark ettiğim şey hiçbir pencere olmamasıydı. Bu oldukça iç karartıcıydı. Gerçi geldim geleli tüm hapishanede bir tane bile pencere görmemiştim. Her yerde havalandırma vardı. Yatağımın tam üzerinde duvara monteli bir klima vardı. Odada bir duş ve tuvalete açılan bir kapı da vardı. Kendime ait duş ve tuvaletin olması güzel bir şeydi çünkü gelmeden önce çok fazla yere sabun düşürme kabusu görmüştüm. Yatağın ucunun olduğu duvarda da bir televizyon vardı.
Not: Umarım Cartoon Network çekiyordur.

Yanımda getirdiğim valizimi ve sırtımdaki çantayı yatağın dibine bıraktım. "Gel sana diğer odaları da göstereyim sonra da dinlenirsin" dedi müdür. 

Odamdan çıktık. Bu alanda benim odam haricinde toplamda 3 adet kapı vardı. Biri Müdür'ün odası, diğeri Yemekhane, sonuncusunda ise hiçbir şey yazmıyordu. Hiçbirinin içine girmeden sadece kapılardan geçerken isimlerini bana saydı müdür. Hepsinin kapısı kapalıydı ancak muhtemelen müdürün bana verdiği anahtarla açılıyordu. Personel alanının en sonunda ise üst kata çıkan merdiven vardı. Buranın ne tarz bir yapı olduğunu tam olarak anlamamıştım. Sanki onlarca katı var gibi uzun ancak klasik bir hapishane gibi de geniş gibiydi. Gelirken gözlerim kapalı olduğu için de binanın veya artık ne çeşit bir yapıysa dışarıdan nasıl göründüğünü görmemiştim. Tüm bu süreçte hala tek bir personel bile görmemiştim. 

Yürürken bir anda durdu ve "Şu kapıyı görüyor musun?" dedi üstünde hiçbir şey yazmayan kapıyı göstererek.

Umarım "İşte bu kapı sana girsin" gibi seviyesiz bir şaka yapmaz diye umarak

"Evet efendim" dedim.

"İşte bu kapı buradaki tek engel"

"Anlamadım, Müdürüm"

"Yani bu kapıdan asla geçmeyeceksin. İçine bakmak kontrol etmek için bile olsa asla ama asla buraya girmeyeceksin."

"Tamamdır" dedim

Yürümeye devam ettikten sonra üstünde "Müdür" yazan bir kapıya geldik. Müdür kapıyı açtı ve içeri girdik.

"Heh gel şöyle bir iki laf edelim sana görevini basitçe anlatayım sonra da geç dinlen" dedi. Müdürün makamının karşısındaki koltuğa oturdum. Müdür'ün odası genel olarak bir müdür odası nasılsa öyleydi oldukça geniş. Yerde var olan bir halı. Makamının arkasında bu yaşıma kadar ne işe yaradığını anlamadığım üzerinde düğmeler olan pano gibi bir şey ve önünde genişçe bir masa. 

"Anlat bakalım beklediğin gibi bir yer miymiş?" dedi bana.

"Yani beklediğimden daha büyük bir yer olduğu kesin" dedim tebessümle.

"Öyledir. Zulmet-i Hüzn'e bir bakan bir daha bakar.  Bugün yeni geldiğin için çalışmayacaksın dolayısıyla tam olarak rutinini anlatmamın bir önemi yok. Kısacası burada sorumlu olduğun belli başlı görevler olacak. Mesai uygulanacak her gün 6'da kalkacaksın ve mesain akşam 6'da bitecek. Tabi bazen erken de bitebilir. Aslında burada biraz da sen kendinden sorumlusun. Sonuçta seni buraya öyle klasik bir gardiyanlık yap diye getirmedik. Tabi detayları sana ileride anlatırım. Ancak şimdilik anlatacaklarım bu kadar. Elbette şimdilik belli değil ancak izin günlerin hariç her gece burada kalmak zorundasın. Bunlar dışında bir sorun var mı?"

"Evet müdürüm, merak ettiğim bir şey var. Burada hiç gardiyan veya başka bir personel görmedim. Bugüne özel bir şey mi bu?"

 "Evet gözlemin doğru sayılır şimdilik en azından bilmen kadarını söyleyeyim. Çalışırken senden başka gardiyan görmeyeceksin. Senin görevin normal bir gardiyan görevi olmadığı için ve Zulmet-i Hüzün de normal bir hapishane olmadığı için çok fazla iş gücüne ihtiyacımız yok. Buradaki çoğu şey için belli başlı süreçler var. Biraz kafa karıştırıcı ancak zamanla anlarsın. Bunun haricinde muhtemelen hiç karşılaşmayacağın bazı hizmet personelleri var. Yemek, temizlik ve diğer teknik işler için. Ancak bunu kafana takmana gerek yok."

"Anlamadım hiç iş arkadaşım olmayacak mı?"

"Evet basit olmak gerekirse şimdilik olmayacak. Sana görevinin detaylarını ilerleyen günlerde anlatacağım. Bu durumda iş yükün fazla olmayacak zaten" dedim.

"Gardiyanlığın ne gibi bir detayı olabilir amına koyayım" dedim içimden.

"Anladım müdürüm. Siz nasıl derseniz" dedim seslice.

"Şimdi sana biraz da mahkumlardan bahsedeyim. Şu anda burada sayısını sana söyleyemeyeceğim miktarda ancak pek de az sayılmayacak mahkum kalıyor. Bilmen gereken şey kaç çeşit mahkum olduğu. Öncelikle sık sık göreceklerin avamlar. Bunlar basit suçlardan yatmış suçlular. Diğer hapishanedekilerden pek de farkları yok. Bir diğer ise deliler ki bunlar da akli melekelerini yitirmiş mahkumlar. Son grup ise muhtemelen hiç karşılaşmayacağın bir grup olacak o yüzden onlardan bahsetmeme de gerek yok" dedi.

"Şimdi yaklaş bakiyim bir diğer özel mesele" dedi müdür eliyle beni çağırarak.

Yaklaştım.

"Biraz daha yaklaş" dedi.

Umarım tahmin ettiğim şey olmaz diye düşündüm. Yani tamam hayatımda kimseyi öpmemiştim belki bu benim ilkim olacaktı ama hep hayalini kurduğum ilkim karım falan olur diye düşünmüştüm. Bıyıklı kel ve Hayat Bilgisi'ndeki Amil Bey'e benzeyen bir adam olacağını hiç düşünmemiştim.

Not: Bir erkeğin başka bir erkeği öpmesi ibnelik gibi bir şey bence

Yaklaştım ve kısık sesle şunları söyledi;

"Son grupla alakalı benden duyacağın tek bilgi buydu. Onların sadece var olan bir grup olduğunu bileceksin. Onunda dışında bu odadan çıktıktan sonra bu grupla alakalı tek bir soru veya ima olmayacak. Zaten dediğim gibi muhtemelen onlarla hiç karşılaşmayacaksın bile"

"Tamamdır Müdürüm" dedim yerime geçerken.

"E, hayırlı olsun o zaman" dedi müdür sevinçle.

"Artık seni daha yormayayım hadi sen geç odana dinlen." dedi.

"Teşekkür ederim" dedim ve odadan ayrıldım. Odama doğru giderken tüm bu bilgilerin içimi rahatlattığını fark ettim. Yani evet pek tahmin ettiğim bir gardiyanlık görevi gibi değildi ancak yine de canımın çıkacağı bir iş olmaması beni mutlu etmişti. 

Odama geldiğimde kapıyı açtım ve içeri girdim. Üstümdekileri çıkarıp Sünger Bob'lu pijamamı giyerek kendimi direkt yatağa attım. Bir kaç dakika "Acaba yarın nasıl olacak" düşünceleriyle duvara bakarken uyuyakaldım.

Next Chapter