Bölüm 2: Günaydın

"Nasıl yani şimdi mi" dedim şaşkınlıkla

"Hayır ya, şimdi değil biraz daha otururuz ama işte dediğim gibi sonrasında gitsem güzel olurdu. Ama sen nasıl dersen istersen gitmeyebilirim. Ama şey yani hani dün de demiştim sana bunu. Niye şimdi böyle şaşırmış gibi yapıyorsun" 

Bir süre sessizlik oldu. İkimiz de yan yanaydık. Bahar aylarıydı. Rüzgar vardı ama sıcak bir rüzgar gibiydi. Denizden gelen bu esinti insanın içini huzurla kaplıyordu. Oturduğumuz bankın hemen karşısında upuzun bir deniz vardı. Denizin kıyıya görece yakın kısmında bir kaptan sandalının ucunda ayakta duruyor elindeki iple motora yön veriyor ve sandalıyla ilerliyordu. Keşif veya ona benzer bir şey yapıyor diye düşündüm içimden. Kafasında bir bere üstünde yağmurluk tam olarak Fıkralarla Türkiye'den çıkmış bir dayıydı bu. Normalde yakınlarda bir kayıkhane yoktu bu yüzden uzun yoldan geliyor veya gidiyor diye düşündüm. 

"Adama bak ne kadar havalı" dedim tebessümle. Cevap alamadım. Aslında o kadar da havalı değildi. Laf olsun diye söylemiştim

"Kimler olacak orada" dedim birkaç dakika sonra.

"Ya işte öğretmenler ve arkadaşlarım olacak. Normalde sınıf hocamız okuldan ayrıldığı için düzenleniyor bu buluşma. Normalde gitmezdim ama ayıp olur şimdi diye düşünmüştüm" dedi.

"Tamam o zaman gidebilirsin" dedim. "Doğru diyorsun gitmezsen ayıp olur" şeklinde devam etti

"Gerçekten mi?" dedi. "Ama merak etme hemen değil zaten yarım saat falan daha otururuz sonra giderim" 

"Tamamdır o zaman" dedim.

Bana sarıldı. Aslında her zaman böyle biri olduğu için şanslı olduğumu düşünmüşümdür. 

Birkaç dakika sonra bana seslendi. Ancak devam etmedi. "Evet?" dedim. Hiçbir şey demedi. Ona doğru döndüm  Ancak şok oldum. Yüzünün yarısı yok olmuş gibi gözüküyordu. Gözleri yuvalarından fırlamış çenesinde deri kalmamış dişleri çürüktü, damarları ve derisinin altındaki et dışarı fırlamıştı. Bir yandan da yanımızdan üstünde kravattan başka hiçbir kıyafet bulunmayan müdür koşarak bir tavuğu kovalıyordu. Korkuyla bağırdım ve bir anda yere düştüm.

Yatağım. Burası.

"Nasıl bir kabustu bu yahu" dedim. Kabus görmüştüm. Bir daha mabadım açıkta uyumayacaktım. Her seferinde böyle oluyor diye düşündüm. Ki aslında her seferinde böyle olmaz. Çünkü ben genelde rüya falan görmem. Sanırım yerimi yadırgamıştım.

Telefonumu elime aldığımda alarma 20 dakika erken uyandığımı fark ettim. Aslında bu iyiydi bu sayede daha rahat hazırlanacaktım. Ayağa kalktım ve gardırobumu açtım. Eşyalarımı astığım yerin yanında 5 takım üniforma vardı. Dün gece böyle bir şey olmadığına göre ben uyurken birileri benim için her şeyi hazır etmişti. Yani bu o kadar da kötü bir şey değildi de ben gece uyurken mahremime birilerinin girmesi sinir bozucu.


Not: Üniversitedeyken her gün Alemci Murat dinlerdim.

Tıraşımı olup (ki burada zorunlu mu onu bile bilmiyorum) üniformamı giydim. Şu saatten sonra ne yapacağımı ben de pek bilmiyordum. Tıpkı misafirlikte oturma odasında uyuyup herkesten önce uyanan ve kapıyı açıp açmama arasında kalan Ben Affleck gibi hissediyordum kendimi. Çok da düşünmemeyi tercih edip kapımı açıp koridora çıkıp etrafa bakındım. (Çok fazla maskeli beşler izlediğim için salaklaştım)

Müdürün odasına doğru yürürken beni bir personel karşıladı. Şaşırmıştım çünkü müdür burada mahkumlar harici birileriyle karşılaşmamın çok da mümkün olmayacağını söylemişti. Beni o karşılar diye düşünmüştüm. Sanırım dün gece beni öpmeye çalışırken onu engelledim diye biraz sinirli.

Not: Ben müdürün karısı olsam onu boşardım.

"Günaydın" dedi bana personel. Kendisi 40 yaşlarında bir adamdı. 

"Günaydın"

"İyi uyumuşsunuzdur inşallah" 

"Evet, evet gayet iyi uyudum teşekkürler" (Ona dün geceki kabustan bahsetmemin imkanı yok)

"Kazım Bey'in talimatıyla bugün size rutininizi anlatmak üzerine görevlendirildim. Size yapmanız gerekenleri, yapmamanız gerekenleri anlatacağım" dedi ve devam etti;

"Dün size müdür bey ne kadar detay verdi bilmiyorum ancak Zulmet- Hüzün'de işler diğer hapishanedekiler gibi işlemez"

"Onu anladık amına koyayım" dedim içimden

"Evet evet o da bunu demişti" dedim seslice.

"Koğuşların içinde gıda otomatı vardır. Dolayısıyla burada yeme sırası veya yemek saati gibi bir şey yoktur. Aynı şekilde her koğuşta banyo, tuvalet alanları bulunmaktadır. Gece onlar uyurken gereken her temizlik personel tarafından yapılır. Koğuşların ve hücrelerin hepsinde CV donanımlı kameralar bulunmaktadır. Dolayısıyla sayım gibi işlerle de ilgilenmeyeceksin."

"Anladım peki benim buradaki görevim tam olarak nedir?"

"İşte asıl konuya geldik. Buradaki her koğuş oldukça kısıtlandırılmış oldukları için mahkumların güncel zihinsel ve fiziksel durumlarına dair tespit yapmakta zorlanıyoruz. Dolayısıyla yapman gereken şeyler sırasıyla şunlar; Her gün belli bir grubun bulunduğu koğuşa gireceksin. Girdiğin koğuşta dikkatini çeken bir durum varsa bunları not alacaksın. İlla önemli bir şey olmasına da gerek yok mahkumlarla ne konuştuysan onları not alıp akşamına odanda bulunan bu bilgisayara gireceksin. İçinde yapman gerekenleri anlatan bir dosya sisteme giriş bilgilerin bulunuyor" dedi elindeki çantayı bana uzatarak. Muhtemelen için de CS 1.6 bulunmayan bir diz üstü bilgisayardı. 

"Porno izlemek yasak haa" dedi kahkahayla.

"Estağfurullah" dedim şaşkınlıkla.

"Yok hani ben bilmem anlarsın ya gece canın sıkılır biraz tantana kopsun istersin falan. Utanma oğlum erkek erkeğeyiz burada." dedi tekrar gülerek. (Ne pis bir adam bu amk)

"Yok yok yapmam öyle şeyler" dedim utanarak. 

"Zaten internet falan da yok. Fark ettiysen telefonun falan da çekmeyecektir. Burada güvenlik sebeplerinden dolayı dış dünyayla iletişim yasak. Dışarıda görüşmen gereken birileri varsa müdürün odasının yanında posta otomatı var onun içerisine ne yollamak istiyorsan otomatın sana verdiği kutuya koy. Yollanacak adresi yaz sonra bam güm adrese teslim. Tabi dışarıdan içeriye bir madde sokamıyoruz dolayısıyla bu tek taraflı bir iletişim. Acıktığın zamanda personel alanındaki yemekhaneye uğra. Orada da bir gıda otomatı var. Ne istersen sana hazırlayacaktır." dedi.

"Bir sorum daha var. Yani bunca suçlunun içerisine gireceğim yanımda kimse olmayacak bana saldırıp saldırmayacaklarından nasıl emin olabilirim" dedi

"Evet tek başına gireceksin ancak endişelenmemen gereken şey şu ki, buradaki mahkumlar ne kadar saldırgan görünürse görünsün sana asla ama asla saldırmayacaklardır. Sana küfür ederler, bağırırlar ama asla saldırmayacaklarına emin olabilirsin" 

"Nasıl bu kadar eminsiniz" dedim

"Bir sebebi elbette var ama bunu bilmemen gerekiyor. Dediğim gibi endişelenecek herhangi bir şey yok. Sana bir tabanca veriyorum yine de gerekli gördüğünde kullanabilirsin. Ancak sadece gerekli olan durumlarda. Ayrıca her koğuşun içerisine girdiğinde bir kaç insanın sığabileceği parmaklıklar göreceksin. Mahkumlarla o parmaklıkları aşmadan da konuşabilirsin. Korkun azaldığında da parmaklıkları anahtarınla açıp içeriye girersin." 

"Peki o zaman" dedim. 

"Elindeki anahtar girebileceğin her yeri açıyor. Eğer bir yer açılmıyorsa anla ki oraya giremezsin. Mesai saatlerin sana bildirilmiş olsa da şimdilik ne kadarını uygun gördüysen o kadar çalışabilirsin. Tahmin ettiğin üzere koğuşlara gidiş o büyük avlu üzerinden gerçekleşiyor. İki adet koğuş var. Avamlar ve Deliler. Sana tavsiyem ilk önce Avamlar koğuşundan başla.  Akşam olduğunda notlarını girmeyi unutma. Ayrıca bilgisayarında bir adet bilgilendirme dosyası bulunuyor onu da okumanı tavsiye ederim. Son olarak ben veya müdür beyi buralarda göremeyeceksin. Burada uzun süre yalnız kalabilirsin. Bu senin için sorun olur mu?" dedi.

"Hayır olmaz herhalde" dedim. Tam başka bir şey diyecekken

"Ancak merak etme koridorun sonunda bir acil durum telefonu var. Sadece senin kartınla çalışır. Fakat lütfen sadece çok acil bir durum varsa bu telefonu kullan" dedi

Endişeyle kafamı salladım.

"Hadi sana ilk iş gününde başarılar." diyerek elimi sıktı ve yanımdan ayrıldı.

Dürüst olmak gerekirse hiçbir şey anlamamıştım. Yani zaten genelde çok hızlı kavrayan biri değildim. Canım istediğinde altıma sıçmamam gerektiğini bile 6 yaşındayken öğrenmiştim. Ben daha detaylı bir tanıtım olur ne bileyim bana sensei'lik yapacak bir çalışma arkadaşım falan olur diye düşünmüştüm. Tüm bu bilgiler yeterli olmayacaktı ancak çok da fazla sorumluluğum olmadığı düşünülürse şimdilik bana anlatılanlar üzerine yoğunlaşmam yeterli olur diye düşündüm. 

Personelle konuştuğum alandan ayrılıp güvenlik geçidini geçmeye koyuldum. Geçerken kameralar beni yine zebani gibi takip ediyordu. Geçidi geçip koğuşların bulunduğu ve hapishanenin en geniş alanına doğru ilerledim (Buraya avlu deniyor). Burası aşırı büyüktü ve tavanı görülemeyecek kadar yüksekteydi. Bir kaç dakika yürüdükten sonra o kapıya geldim. Üzerinde "Avamlar" yazıyordu. 

Kapıya yaklaştım. Yalan yok belimde bulunan tabanca kendimi güvende hissettiriyordu. Kendimi az sonra önüme gelen herkesi kevgire çevirecek Denzel Washington gibi hissediyordum.

Cebimdeki anahtarı kapının yanındaki cihaza okuttum ve o tık sesi geldi. Kapı aralanmıştı.


 

 

 

 

 

 

Next Chapter