"Tamam o zaman gidebilirsin" dedim. "Doğru diyorsun gitmezsen ayıp olur" şeklinde devam ettim
"Gerçekten mi?" dedi. "Ama merak etme hemen değil zaten yarım saat falan daha otururuz sonra giderim"
"Tamamdır o zaman" dedim.
Bana sarıldı. Aslında her zaman böyle biri olduğu için şanslı olduğumu düşünmüşümdür.
Bir dakika ne!
Birkaç dakika sonra bana seslendi.
"Efendim" dedim.
"Keşke bu an hiç bitmese" dedi. Sesindeki neşeyi hissedebiliyordum.
Tam cevap verecekken;
"Gardaş göztepe maçı ne olur sence alttan vuriyim mi? Bire beş verüyür amınagoyum"
"Osman Abi?"
"Ne oldu gardaş beğenemedin mi?"
Yere düştüm.
Evet yine yatağım. Bana ne olduğunu anlayamıyordum. Ancak çok da vaktim yoktu çünkü telefonumu kontrol ettiğimde 20 dakika geç kalktığımı fark ettim. Dişlerimi fırçaladım, üniformamı giydim. Bugün ilk hafta bittiği için artık avamlara vereceğim son şanstı. Eğer bugün de yine bilmem kimin kızını bilmem kaçıncı defa bilmem kimden kaçırdıklarını anlatırlarsa cinnet geçirecektim.
Odamdan çıktım. 3 adet merdiven vardı. Artık bunları not alıyordum. İlk gece ve sonrasında ne oldu tam olarak hatırlamıyorum. Ama bu binanın bu kadar kolay şekilde şekil değiştirmesine imkan yoktu. O garip günden sonra da bir değişiklik fark etmemiştim. 4. günün sonunda sadece tüm gördüklerim uyku sarhoşluğu muydu yoksa gerçekten yapının kendisi her gün değişiyor mu anlamak için merdivenlerden çıkmayı denemiştim. Ancak yapamadım. Çünkü korkuyordum. Aslında genel olarak bu binanın her bir kısmı beni korkutmaya başlamıştı. Ne müdürden ne de o personelden haber vardı. Her gün posta otomatından bir şeyler yolluyordum. Ama kimseden cevap alamıyordum. Avamlar da burada yalnızlığımı gidermiyordu çünkü artık onlar da insan gibi hissettirmiyordu.
Tüm bunlara rağmen cesaret edip de binanın geri kalanını keşfedemiyordum. Çünkü artık korkmaya başlamıştım. Eğer bir süre daha bu gariplikler devam ederse o telefonu kullanacaktım. Sözleşmeler, planlar umrumda değildi artık. Hiç olmazsa binanın yapısı hakkında bana bilgi vermelilerdi.
Not: Cartoon Network'un çekmemesi de cabası amk
Geçidi geçtim. Anahtarla koğuşu açtım.
İçerisi çok soğuktu.
Burada hiç üşümemiştim. Bu soğuk hava bana normal gelmemişti.
Bir kaç adım atıp mahkumlara yöneldim. Çıt çıkmıyordu. Üstüne üstlük kimse bana bakmıyordu bile. İşin daha garibi kimse bir şey yapmıyordu. Nefes alıp vermek dışında gram hareket etmiyorlardı. Bazıları oturur vaziyette bazıları ayaktaydı ancak kılları kıpırdamıyordu. Teker teker yanlarından geçiyorum onlara sesleniyordum ancak hiçbirinden cevap yoktu.
"Osman ağabey!" diye bağırdım. Otomatın yanında duran yaverime.
"Osman ağabey!"
"Lan duymuyor musun beni!"
Dokundum tepki yok. İtekledim tepki yok. Tokat attım. Yumruk attım. Bana şaka yapmadıklarından emin olana kadar bir kaç dakika bekledim. Ölmediklerinden emin olmak için nabızlarını dinledim. Hayır hepsi yaşıyordu ama tepki vermiyorlardı. Aralarından biri titriyordu ve bir şeyler söylüyordu. Onu fark eder etmez yanına yaklaştım. Arkası bana dönük olduğu için yanına yaklaştığımda onu kendime doğru çevirdim. Çevirmemle beraber anlamlandırmadığım bir şeyler olduğunu gördüm. Adamın ağzı açıktı ve bir şeyler söylüyordu. Fakat beni asıl şok eden şey adamın dili veya ağzı oynamıyordu. Sesler ağzından geliyordu ancak zerre kadar hareket yoktu ağzında. Bir çakalın sesine benziyordu ve kelimelerin hiçbirini anlayamıyordum.
Bir anda kalp atışım hızlandı. Vücudum karıncalanıyordu. Ellerim titriyor ve korkudan bayılmak üzereydim. Koşarak koğuş kapısına yöneldim. Anahtarı okuttum ve direkt acil durum telefonuna doğru koştum.
---- Veri Okunamıyor ----
"Şimdi sana biraz da mahkumlardan bahsedeyim. Şu anda Zulmet-i Hüzün içerisinde sadece bir koğuş dolu vaziyette. Dolayısıyla sadece onlarla ilgileneceksin. Ayrıca dolu dediğime de bakma topu topu 10 kişiler."
"Anlayamadım müdür bey. Koskoca yapının içerisinde sadece 10 kişi mi kalıyor?"
"Evet bu gruba deliler diyoruz. Tahmin edeceğin üzerine akli melekelerini yitirmiş kişiler. Bunlar haricinde bir grup daha var ki muhtemelen bunlarla asla karşılaşmayacaks.."
---- Veri Okunamıyor ----
olmayacağını biliyordum ancak ilk iş günümde uğraşacağım mahkumların normal kişiler olmasını beklerdim. Deliler mi? Hayır yani ben psikiyatrist miyim ki? Tamam bir dönem Ömer Çelakıl ve Piramitlerin Sırrı'na merak salmıştım ama dediğim gibi ben bilimden falan anlamazdım. Gerçi çok da önemli değil gibi gözüküyordu alt tarafı onlarla sohbet edecektim.
Not: Ömer Çelakıl lisedeyken Hadise'nin çıkma teklifini reddetmiş.
Yürüdüm yürüdüm. Ta ki "Deliler" tabelasını görene kadar. Bu kadar büyük bir yerin sadece bu insanlar için kullanılması büyük bir israftı.
----Veri Okunamıyor ----
Müdürün dediği gibi burada sadece 10 kişi vardı. Aslında ben oldum olası delilerden korkmuşumdur. Fakat bu insanlar öyle korkulacak bir görüntü sergilemiyordu. Bazısı yatağında uzanıyordu bazısı ise otomattan bir şeyler alıyordu. Aralarından birkaçı beni gördü ve bana doğru yaklaştı. Biraz korktuğumu itiraf etmeliyim.
"Siz kimsiniz beyefendi" dedi bana birisi.
"Iıı şey. Herkese merhaba arkadaşlar. Ben bu hapishanenin yeni gardiyanıyım. Şimdilik tek kişiyim."
"Pür-nigah-ı inayet buyurdunuz efendim. Dileğiniz tamı tamına nedir?"
"Dileğim mi? Tam olarak dilek demeyelim. Aklınızda anlatmak istediğiniz bir şey yaşadığınız bir sorun olursa bunları not alıp sizlere yardımcı olmayı amaçlıyorum"
"Ah, pek muhteşem, pek lütfettiniz. Şereflendik, onur eyledik. Peki hala sayın beyefendi, şerefli zatların muhterem mideleri ihtiyaç hissediyor mu, bir şeyler arzu ederler mi?"
Nereden çıktı bu Kaşgarlı Mahmud kılıklı herif diye düşündüm bir an.
"Yok yok sağolun aç değilim." dedim biraz şüpheyle.
"Öyle ise müsaadenizle ben vazifeme iştirak edeyim, sizin de hoşunuza giderse."
"Tamam elbette. Ne yapmak istersen onu yap sayın mahkum."
"İsabet buyurdunuz beyefendi. Pek ala, aliyyül ala" dedi ve gülerek yerine geçti. (Çok fena ayar oldum öldürürüm lan ben bu herifi)
Benimle konuşan bu ilginç adam yanımdan ayrılınca koğuşun içerisinde biraz daha gezindim. Her yanından geçtiğim bana gülümseyerek bakıyordu. Bunlar nasıl deli diye düşündüm. Gayet aklı başında insanlar gibilerdi. Hiçbiri tahmin ettiğim gibi altına sıçıp "Abi sigara" şeklinde cıyaklamıyordu. Belki de delilikleri hapishanede olmalarına rağmen hayatlarından keyif almalarıydı.
Not: Delilere dair tüm bilgim mahalledeki Balici Kenan'a dayanıyor.
Ranzalarında uzananların bazıları kitap okuyor bazıları ise uyuyordu. Koğuşun sonundaki masalardaki iki kişi satranç oynuyordu. (Stefan Zweig?) Açıkçası bu kadar keyfi yerinde olan insanların yaptıkları şeyi bölmek istemiyordum. Belki de başka bir zaman gelmeliydim diye düşünür düşünmez bir masada yalnız başına oturan bir adam dikkatimi çekti. Bu adam diğerleri gibi bir işle meşgul değildi. Öylece oturmuş duvara bakıyordu.
"Şimdi adam akıllı bir deliye rastladım" şeklinde düşündüm.
Yanına yaklaştım. Adam yaklaştığımı duyunca duvara bakma aktivitesini kesip bana doğru yüzünü çevirdi.
"Oturabilir miyim" dedim yanındaki sandalyeyi göstererek.
"Evet evet buyrun. Kusura bakmayın dalmışım öyle" dedi sandalyeyi benim için çekerek.
"Bir sorun yok değil mi?"
"Yok bir sorun yok çok şükür" dedi
"Adın nedir" dedim.
"İbrahim"
"Memnun oldum İbrahim Abi" şeklinde cevapladım. Bu adam yaşlı bir adama benziyordu. Saygıda kusur etmemek gerekir diye düşündüm.
"Sizin isminiz?"
"Peki İbrahim Abi, tamam bir anda dalmış gibi oluyorum ama açık konuşmak gerekirse bugün aranızdan biriyle sohbet edip not almam gerekiyor. Dolayısıyla sana bir kaç şey sorsam cevaplar mısın?"
"Elbette"
"Öncelikle merak ettiğim bir şey var. Bunu affına sığınarak söylüyorum. Koğuşu biraz gözden geçirdim bazılarınızın muhabbetine tanık oldum ve size neden deliler koğuşu dediklerini anlamadım. Yani oldukça normal davranıyorsunuz"
"Normal mi?" dedi.
"Yani özür dilerim o anlamda dememiştim."
"Hahahaha yok yahu ne özürü. Ancak buna vereceğim cevap gereğinden biraz uzun olabilir, eğer sizin için sıkıntı olmazsa anlatmak isterim. Belki de deliliğimi gösterecek fırsatım olmamıştır" dedi.
Arkasına yaslandı ve bir sigara yaktı. (Ben de olsam öyle yapardım).
"Bundan tam olarak, bir dakika tam olarak ne kadar oldu ben de bilmiyorum. Ancak belli bir süre oldu. Aklım biraz bulanık, bi dakika dur dur ha- ha- hapşuuu
---- Veri Okunamıyor ----
Anahtarı titreyen ellerimle okuttum ve acil durum telefonuna doğru koştum. Telefonun soğuk metalini avuçlarıma aldım, numaraların üzerinde parmaklarım titreyerek gezindi. Her tuşa bastığımda kalbim hızla atıyordu, adeta korkunun ritmiyle yarışıyordu. Telefonun üzerinde acil bir durumda aranacak herhangi bir şey yazmıyordu bile. Ben de yapılacak son çare olarak Polis'in numarasını tuşladım, umutla ve içimden dua ederek. Ancak sessizlik, karşımda buz gibi bir duvar gibi durdu. Numarayı tekrar tekrar çevirdim, ancak hiçbir cevap gelmedi. Telefonun çalışmadığını düşünmek istemiyordum, ama gerçekle yüzleşmek zorundaydım. Gözlerim panikle koridorun etrafında dolaştı. Canıma kast eden bir tehlike yoktu ancak bir şeylerin garip hissettirmesi canıma tak etmişti ve avamların koğuştaki ölü gibi hali beni çok ürkütmüştü.
Güvenli olarak görebildiğim tek yer olan odama doğru koşmaya başladım en azından aşina olduğum tek yer orasıydı. Koşarken merdivenleri hatırladım. Evet buranın yukarıya çıkan merdivenleri vardı. Koğuş kapılarının bulunduğu alanın ne kadar yüksek olduğunu düşününce buranın birden fazla üst katı olduğunu düşünüyordum. O yüzden yönümü merdivenlerin bulunduğu yere doğru çevirdim. Gördüğüm ilk merdivenden yukarıya doğru koşarak çıktım. Attığım her basamakta tavandaki lambalardan biri yanıyordu. Üst katta ne olabileceğini hiç düşünmeden yukarı çıkmak akılsızca olsa da yapacak hiçbir şeyim yoktu.
Merdivenlerin sonuna geldiğimde bir koridora çıktığımı fark ettim. Biraz temkinle yürümeye başladım. Burada da kimsecikler yoktu. En yakınımda olan kapıya yaklaştım ve üstündekini okudum.
"Temizlik Odası", sonra bir diğerini
"Müdür"
Korkuyla başımı çevirdim, bu nasıl mümkün olabilirdi? bir dakika dedim. Ben aynı kata mı çıkmıştım? Bu nasıl olabilirdi? Sonra birkaç adım daha yürüyünce karşıma çıkan kapı da diğerleri gibi tanıdıktı. Kapıyı açıp içeriye doğru uzandım. Evet tahmin ettiğim gibi burası benim odamdı. Merdivenlerden onlarca adım çıkmama rağmen aynı kata gelmiştim. Kalp atışlarım daha da hızlandı.
Birkaç dakika hiçbir şey düşünemedim. Aklıma hiçbir şey gelmiyordu. "Bir dakika" dedim. "Belki de tek çıkış o kapıdır" diye düşündüm kendi kendime. O altından sıvı akan müdürün asla girme dediği kapı. Ancak
---- Veri Okunamıyor ----
Next Chapter