Bölüm 7: Hafıza

Birkaç dakika sonra bana seslendi.  

"Efendim" dedim.

"Keşke bu an hiç bitmese" dedi. Sesindeki neşeyi hissedebiliyordum. 

Ben de bu anın hiç bitmesini istemiyordum. Hem de hiç. Sonsuz bir zaman döngüsü içine hapsolsam ve yaşayabildiğim tek bu an olsaydı keşke.

Bir dakika

Bu an bitti mi?

Bir anda gök karardı. Etraf sanki gündüz gibiydi ama yukarısı simsiyahtı. Ne güneş gözüküyordu ne de ay. Bazı şeylerin dengesi şaşıyordu. Yanımda ise Yağmur'u göremedim. Bana sesleniyordu ama onu göremiyordum. 

"Ne oluyor lan" dedim kendi kendime. Kendime gelmeliyim. Hayal meyal bir şeyler hatırlıyorum.

Birkaç dakika sonra bana seslendi.  

"Efendim" dedim.

"Keşke bu an hiç bitmese" dedi. Sesindeki neşeyi hissedebiliyordum. 

NE!

Ben, ben şu anda neredeyim. Burası sahil evet hatırlıyorum. Sağıma baktım. Bu Yağmur'du.

"Yağmur!" diye bağırdım şaşkınlıkla. 

"Ne bağırıyorsun salak" dedi sırıtarak.

"İyi de sen, ben seni en son 10 yıl önce görmüştüm. Buraya nasıl geldik" dedim. 

Yer titremeye başladı. Toprak ikiye ayrılıyordu. Tüm şehir yıkılıyordu.

Birkaç dakika sonra bana seslendi.  

"Efendim" dedim.

"Keşke bu an hiç bitmese" dedi. Sesindeki neşeyi hissedebiliyordum. 

"Lan ne oluyor?" dedim. Korkudan elim ayağım titriyordu. Bir şeyler tekrar mı ediyordu? Hayır bu olamazdı. Yanımda Yağmur vardı. Ben onu en son 10 yıl önce görmüştüm. Buraya nasıl geldik?

"Rüyaların. Kontrol edemedikleri tek yer orası. Sakın uyanma rüyandan."

Evet. Evet hatırlıyorum. Bir dakika! Ben rüyadayım. Ben hem bu anıyı hem de bu rüyayı hatırlıyorum. Yağmur'la tanıştığımızın 2. ayıydı okuldan kaçıp buraya gelmiştik ve ben bu rüyayı birkaç gündür görüyordum. 

"Ben gardiyanım" diye bağırdım. Tekrardan yer titremeye başladı. 

"Hayır uyanamam" dedim. "Sakin ol, sakin ol" şeklinde kendimi telkin ettim. Sakin kalmalıydım yoksa ya uyanacak ya da bu rüyayı tekrar farklı bir versiyonla görecektim. Bir kaç dakika sakin olmaya çalıştım, nefesimi tuttum, gözlerimi kapadım. Tüm odağımı sakin olmaya harcadım.

"Şu an bir rüyadayım, asla uyanmamam gerek" dedim. Uyanmamam gerektiğini deliler koğuşundaki İbrahim söylemişti. Şimdi hatırladım. O bana bir şeyler anlatıyordu, sonra ise kendimden geçmiştim. Ben Zulmet-i Hüzün'de gardiyan olarak işe başlamıştım. Müdürle görüşmüştüm. Bir dakika, birkaç kere bazı şeyleri yeniden yaşamıştım. Avamlar koğuşunda bir terslik olmuştu ve korkuyla acil durum telefonuna koşmuştum. Sonra ne olmuştu? Bir anda tekrar müdürün odasında bulmuştum kendimi. Şimdi hatırlıyorum bazı şeyleri. Hafızamı zorluyordum ancak anılarımın bazıları kopuktu bazıları da farklı versiyonlarla tekrarlanıyordu. Tam olarak ne yaşandığını bir araya getiremiyordum. Sakin kalmalıyım. 

Gözlerimi açtım. Evet hala rüyamdaydım. Ancak etraf sakinleşmişti yer titremiyordu. Yağmur da yok olmuştu. Oturduğum yerden ayağa kalktım. Hayatımda ilk defa bir rüyamı kontrol ediyordum. 

"İyi de neden uyanmamam gerekiyor" diye düşündüm. İbrahim'in bana anlatacak bir şeyi varsa da ben bunu nasıl öğrenecektim. Ayağa kalkıp biraz yürüdüm. Biz sahildeydik. Zihnim bana en mutlu olduğum anıyı canlandırıyordu. Sahil şeridinde yürürken etrafa baktım. Her şey yerli yerindeydi ancak kimsecikler yoktu. Rüyada olduğum için böyle anomaliler normaldir herhalde diye düşündüm. Yani gördüğüm en garip rüya bu değildi sonuçta. Çok daha korkunçlarını daha doğrusu çok daha gariplerini görmüştüm. 

Denize doğru baktım. Büyüdüğüm yer...

Deniz oldukça karanlıktı ve kıyının bir kaç yüz metre açıklarında bir şey bulunuyordu. 

"Bu bir ada mı?" dedim. Ancak ada olmasına imkan yoktu. Sahili yüzlerce kez baştan sonra yürümüşümdür hayatım boyunca ve denizde bir ada görmemiştim. Acaba zihnim bu anıyı tekrar bana gösterirken oraya bir ada mı eklemişti? Yani müdürün anadan üryan bir şekilde tavuk kovalayışını bana gösterebiliyorsa denizin ortasına bir ada eklemesi de zor iş olmasa gerek diye düşündüm. Biraz daha dikkatlice adaya baktım. Ancak bu ada değil gibiydi. Bu bir çeşit küpe benziyordu. Simsiyah ve üzerinde hiçbir deseni olmayan bir küp denizin ortasında duruyordu. Çok uzakta değildi yüzerek 10 dakikaya varılabilecek mesafedeydi. 

Ne yapacağımı şaşırmıştım. Rüyamda takılı kalacak değildim. İbrahim abi bana uyanmamamı söylediyse bir sebebi olmalıydı. Ancak bir yandan da deliler koğuşundaki bir adam söyledi diye bunları yapmak zorunda hissetmek de garip hissediyordu. Bu adamın ne farkı olabilir ki? diye düşündüm. Ancak bu hapishanede yaşadığım garip olaylara bir açıklama bulmam gerekiyordu. Yoksa uyandığımda yine yaşananları hatırlamayacak ve kendimi müdürün odasında bulacaktım. 

Acaba ben de deliler koğuşundaki mahkumlardan biri miyim? dedim kendime. Hayır tüm bu fight club saçmalığına katlanamazdım kesinlikle. O yüzden sonucu ne olursa olsun bu rüyada bir cevap bulmam gerekecekti.

Sahil şeridinden kıyıya doğru yürüdüm. Önümde kayalıklar vardı kayalıklar denize doğru iniyordu. Düşmemek için dikkatli adımlarla kayalardan aşağı doğru indim. Önümde deniz vardı. Hava çok soğuk değildi bundan dolayı kıyafetlerimi çıkarmasam da olurdu herhalde diye düşündüm. Önce ayaklarımı soktum denize. Sonra da tamamen denize doğru düştüm.

 -----

Birkaç dakikadır yüzüyordum ve hala o küpe yaklaşmamıştım. Yavaştan korku bedenimi teslim alacaktı çünkü denizin altı çok karanlıktı ve zihnime bir köpekbalığı oluşturmaması için yalvardım. Belli bir süre sonra küpe yaklaştım. Küpün kıyıya bakan tarafında ufak bir iskelesi vardı. İskelenin küpe dayanan kısmında da içeriye açılan bir kapı vardı. 

Biraz debelendikten sonra iskeleye çıkabilmeyi başardım. Küpün içine doğru adım attım kapıyı açarak.  İçerisi oldukça genişti ve en önemlisi her yer bembeyazdı. Umarım ölmemişimdir diye düşündüm.

Biraz ilerledikçe duvarlarda delikler olduğunu fark ettim. Bu delikler sanki sanki kafamı dayayabileceğim bir çeşit pencere gibiydi. Her birinde iki adet delik vardı ki biraz düşündüm ve işaret parmağımı yüzüme götürerek;

"Bir, iki" diye saydım. "Hey bir dakika benim toplam iki gözüm var acaba bu delikler.." diye düşünürken bir anlığına ne kadar avel bir gerizekalı olduğumu fark ettim. Tamam normalde de çok zeki biri değildim ancak rüyamdayken kendimi bir çizgi film karakteri gibi hissediyordum.

İlk pencereye doğru yaklaştım ve içeri baktım. Sanki birisinin bakış açısından bir film oynuyor gibiydi. Buna ne deniliyordu POV mu? Öyle bir şeydi sanırım. 

Not: Sinemaya dair bildiğim şeyler biraz rahatsız edici

Görebildiğim şeyler öyle kolay seçilen şeyler değildi. Karşımda bir yüz vardı bir kadın yüzü. Beni sallıyor muydu? 

"Bir dakika bu benim teyzem" dedim. Beni ayaklarında sallayıp uyutmaya çalışıyordu. Etraftaki detaylar bulanık olduğu için sadece teyzemin beni salladığını görebiliyordum. Bu bir anı olmalıydı. Sanırım bu pencereler yaşadığım anıları bana gösteriyordu. "Atem tutem ben seni" ninnisini söylüyordu. Dürüst olmak gerekirse bu ninninin en korkunç yorumu bu olmalıydı. 

Not: Kusura bakma teyze bir Amy Winehouse değilsin.

Pencereden kafamı kaldırıp bir sonrakine ilerledim. Bu sefer de bir çocukla kavga ediyordum. Evet bu çocuğu da hatırlamıştım. Karşı komşunun oğlu ibne Hasan. Kendisi ibne değildi elbette ama biz ona ibne diyorduk. Çünkü çok gıcık bir lavuktu.

Biraz daha ilerledim pencerelerden teker teker baktım. Bazı anılar çok netti bazıları ise bulanıktı.  Çocukluğuma dair anıların çoğu travmatik olan şeyler olduğu için buna katlanmak istemedim.  Özellikle ilkokul aşkım İrem'e verdiğim aşk mektubu (içine de bir adet toybox sıkıştırmıştım) ağlayarak sınıf hocasına yetiştirdiği o anı. 

Biraz daha ilerledim. İlerledikçe anılar çok daha net haldeydi. Biraz koştum. Sonra ise daha da hızlandım. Depar atmaya başladım. En sondaki pencereye ulaşmam gerekiyordu. Gerçek hayatta koştuğumun onlarca hatta yüzlerce katı hızda koşabiliyordum. İrem beni bu halde görseydi kesin etkilenirdi diye düşünürken pat diye duvara çarptım.

Sanırım bu anıların sonuna geldiğim anlamına geliyordu. Hemen sondan bir kaç öncesinden başlayarak pencerelerden bakmaya başladım. Amacım hapishaneye geldiğim günden uyuduğum güne kadar olan günleri anlayabilmekti. Bir kaç deneme sonrasında denk geldim. Evet bu evden çıktığım andı. Beni personeller alıp Zulmet-i Hüzn'e doğru götürdükleri gün. Gözlerimin kapalı olmasından dolayı bu anının ilk kısmını gerçekten farklı görmüyordum. Biraz izledikten sonra gözlerimi açtıkları ve müdürle tanıştığım ana gelmiştim. 

Görevliden biri "İşte Kazım Bey" diyerek karşımda bana doğru yürüyen adamı işaret etti.

Müdüre bakıyordum fakat fakat bu gördüğüm daha doğrusu hatırladığım kişiye hiç benzemiyordu. Tamamen farklı bir kıyafeti tamamen farklı bir yüzü vardı. Hapishane ise tamamen farklıydı. Duvarlar kirden kararmış parmaklıkların hepsi pas tutmuştu. İndiğimiz alandan ilerledikçe de avlu denilen yere girdiğimiz anı gördüm. Burası ise benim gerçekte gördüğüm yerin aksine daracık bir koridordu. Biraz ilerledikten sonra odamı gösterdikleri ana geldik. Odam hatırladığımdan çok da farklı değildi ancak personel alanında bulunan yemekhane, müdür odası gibi yerler yoktu. Özellikle de o merdiven. O merdiven de yoktu. Burası tek katlı ufacık bir hapishaneydi ve her yerde böcekler geziniyordu. Gerçekle aynı olan tek şey odamın bir kaç metre yakınındaki müdürün "Asla girme" dediği kapıydı. 

Hatırladığımın şekilde müdürün odasına da girmemiştik. Yaptığımız tüm konuşmayı odamda yapıyorduk. Bu nasıl mümkün olabilirdi. Bu kadar şeyi kendi kafamdan uydurmamın imkanı olamazdı. 

"Umarım müdür ırzıma geçmemiştir" şeklinde bir temenniyle izlemeye devam ettim. Müdür benimle konuşuyordu.

Bana buraya bir rehabilitasyon amacıyla getirildiğimi ve burada sadece tek bir koğuş olduğundan bahsediyordu. Birkaç gün odamda kalmam gerektiğini sonra da bu koğuşa girebileceğimi söylüyordu. Fakat bunları söyleyiş şekli bir insan gibi değildi.

"Oda, bekle, 5 gün. Duş, tuvalet. Koğuşa git. Odana dön. Uyu. Koğuşa git."

Bu şekilde özürlü gibi konuşup her cümlenin sonunda da birkaç saniye bekliyordu. Şaşırdığım şey şuydu ki o ne derse desin tek bir kelime bile etmiyordum. 

"Bul, İbrahim. Sor, Odana dön. Uyu. Bul, İbrahim. Sor, Odana dön...."

İbrahim mi? diye şaşırdım. Bu deliler koğuşundaki adamdı. Görüntü bir anda karardı. Bir sonraki pencereye gittim. 

Bu anıda ise odamda öylece duruyor hiçbir şey yapmıyordum. Dakikalarca bekledim. Bekledim. Ama hayır öylece odamda bekliyordum. Bir ara kalkıp tuvalete gitmiştim. Sonra da yine beklediğim yere dönmüş öylece duruyordum. Kafam allak bullak olmuştu. Bir yandan çok korkuyor bir yandan ise çok merak ediyordum. Başıma ne geldiğini bir anlayabilseydim. İlerledim. Diğer pencerelere baktım. Hayır hep aynı görüntü. Hatırladığımın hep tersine şeyler görüyordum. Ne avamlar koğuşuna gitmiştim ne onları dinlemiş ne de notlar almıştım. Biraz daha ilerleyince sonunda hareket ettiğim bir pencereye rastladım. Kafamı dayayıp olan biteni izledim.

Bu sefer deliler koğuşuna ilerliyordum. Sanırım hapishanedeki ilk ziyaretim deliler koğuşuna olmuştu. Deliler koğuşu hatırladığımdan farklı değildi. Hatta ufacık bir fark bile bulamamıştım. Bu koğuşta gördüğüm kişiler aynıydı. O divan şiiriyle konuşan dallama, onun yanındakiler ve evet. Evet duvarın kenarında oturan İbrahim. Sanırım hatırladığım tek gerçek şey buydu. Onun yanına gidip ona bir şeyler sormuştum. Fakat bana cevap vermiyordu. Ondan cevap alamayınca odama dönmüş masamdaki bilgisayara konuştuğum kişileri ve İbrahim'in bana cevap vermediğini yazmıştım. 

"Nasıl yani" diye düşündüm. Burada da anı kararmış ve bir sonraki pencereye gitmiştim. Artık takatim kalmamıştı. Aklımı yitirmek üzereydim. Saatler olmuştu devamlı pencerelerden olan biteni izliyordum fakat olan biten hep aynıydı. İbrahim'in yanına gidiyor ona bir şeyler soruyor cevap alamayınca odama gidiyor ve bilgisayara olan biteni yazıyordum. Tüm bu olanlar sayesinde cinnet geçirmeye ramak kalmışken geride sadece bir pencere olduğunu gördüm. Son bir umutla yaklaştım ve olan biteni izledim.

Bu sefer bayılmadan önceki günü izliyor gibiydim. Evet diyaloglar birebir aynıydı. Benim deliler koğuşuna ilk kez girdiğimi sandığım an meğersem zaten haftalarca anların sonuncusuymuş. İbrahim'e yaklaştığımı gördüm ve evet. Sonunda bana o anlattığı şeyleri anlatıyordu. Biraz dayandım. O bayıldığım ana kadar. 

Lan gardiyan hadi uyan"

"Ne oluyor?" dedim yarı baygın. "Burası neresi".

"Kalk hadi gözünü seveyim. Hiç vakit yok"

Evet o ana gelmiştik sonunda. Gözlerim kararıyor etraftaki ışık yok oluyordu. Sonunda bu penceredeki görüntü de sona erdi. Tam anı bitti zannederken seslerin gitmediğini fark ettim. 

"Bayılıyorlar, bakınız bu zât bayılıyorlar" 

"Kenara çek şunu."

Sesleri duyuyordum bu nasıl olabilirdi. Metin Şentürk olmak böyle bir şey herhalde.

"Beni dinle şimdi" diye bir ses duydum. Evet İbrahim bana sesleniyordu.

"Bana bak gardiyan, umarım bunları duyuyorsundur. Anlatacaklarım bitmeden sakın gitme tamam mı."

"Ey dost, sana neyleyeyim, adam rûhunu terk etmiş, işitmez sözünü!"

"Adnan bir kelime daha edersen götüne şu ranzayı montelerim. Siktir git lan şurdan" diye bağırdı İbrahim.

"Beni dinle şimdi. Şu an muhtemelen yaşadığın veya yaşadığın her şeyden şüpheli bir halde bu anıyı izliyorsun. Gözlerin kapalı ancak bilincin açık. O yüzden beni duyabildiğini umuyorum. Sakın endişe etme. Burada seni ve herkesi manipüle ediyorlar. Hatırladığını sandığın şeyler gerçekleşmedi. Seni buraya benden bir şeyler sökebilmek için yolladılar. Onlar işlerin ters gittiğini anlayana kadar birkaç saatimiz var. Sana her şeyi anlatacağım. Sakin ol." dedi ve şu sözlerle devam etti

"Bu hapishanede zihninin kontrolü sende değil. Anladın mı! Gerçek sandığın hiçbir şey gerçek değil!"